Cuma

Kabus


Kütüphanenin önünde ki kocaman ama kocaman ağacın altındayım. Hava yeni karamış. Etrafta iki büyük köpek geziniyor bana doğru yaklaşıyorlar sanırım.

Neyse içeri gitmeliyim. Kardeşim, babam.

-Baba merhaba.

Gülümsüyorum. Babam bazı işleri olduğundan Ankara'ya gelmiş. Ama yüzünde nedenini bilmediğim ters bakışlar ve giderek yumuşayan bir ifade var. Ses yok.

-İçeri geçelim.

Döner kapıyı geçiyoruz. Benim üst kata çıkmam gerekiyor.

-Yukarı çıkıcam, halletmem gereken işler var.
-Benim de var.

Kardeşimde benimle geliyor. Derken ağacın etrafında iki geç bir şeyler anlatıyorlar;

-Saçlarını görünce yaklaştık, hayvanlar parçalamış, dağılmış her yere.

(Ben miyim. Hayır! Hayır! Baba benim o! Baba)

Birileri içeriye gidiyor. Bende onlarla devam ediyorum. Babam öğreniyor. Donuk ve şok olmuş bir ifade ardından kararlı ve sakin olmaya çalışarak dışarı çıkıyor.
(O benim! Benim Baba gitme! Gitme baba! Neden kimse beni duymuyo!)

Camları elimden gelen en sert şekilde yumruklarken babam çıkıyor. Ben gitmekten vazgeçiyorum. Bir an o manzarayı görmekten korkuyorum.

Ardından kapının hemen önünde toplanan kalabalıktan biri "geçecek misin?" diye soruyor. Geçiyorum. Babam biraz ilerden yürüyor. Ağaca yaklaşıyoruz.

Ağacın hemen altında yardım eden biri daha var. Babam eline bir kürek almış ve ağacın dibini, mezar için kararlı bir ifadeyle açıyor. Soğukkanlı ve güçlü olmaya çalışan ifadesi beni daha çok etkiliyor. Etrafa saçılmış iç organları ve dehşet bir manzara.

(Hayır Baba Hayır! Lütfen Baba)