Cuma

'20 Haziran 2013 Ölüm Yıldönümüm

Bugün doğum günüm. Herkesi içtenlikle selamlıyorum.

İnanılmaz güzel bir hava, üstüne hafif bir esinti. Sabah balkonda kahvaltı. Sonra düşünceler...
Artık 25'im. Kendime verdiğim bir sözü hatırladım. "25 olduğumda bilinen çok iyi bir illüstrasyoner  olmalıyım." Sonra durumumu değerlendirdim, neden olamadım? Kendimi bu anlamda geliştirdiğimi söyleyebilirim ama zaman bulamadığımdan ve maddi imkansızlıklardan dolayı pek bir şey üretemiyorum. Bundan sonrası için hayaller yok! Elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışmak var yalnızca. Bundan böyle Ender yok! Hiç bulaşmadan sevmek var yalnızca. Bundan böyle aşk yok! Temkinli bir sevgi var yalnızca. Bundan böyle sabaha kadar deliler gibi kendini durduramayarak ağlamak yok! Sakin olmak var yalnızca.

Ender ne var biliyor musun? Sana kapıları ardına kadar açılmış bir dünyanın kapanan yolları var yalnızca.

Senin için durmadan ağladığım son gecem. İşte bunu bile özleyeceğimi biliyorum. Ama artık daha fazla dayanamıyorum. Herşey bitsin istiyorum.

Kendimi kuyunun içinde sürekli tırmanmaya çalışan bir "salağa" benzetiyorum. Artık birinin ip sarkıtmasını beklemiyorum. Beni orda yalnız bırakın sadece.

Ender söylediğin kelimeye takılmadım, hatta alınmadım bile ama sen neden sorduğumu her zamanki gibi anlamadın. Empati kurmaya çalışmak senin doğanda yok. Sana karşı açıkça konuşabilmekte benim imkanım dahilinde yok.

Sadece duygulardan oluşmuyorum elbette. Bu aralar hissettiklerim çok fazla acı veriyor. Katlanılmaz derecede! Hiçbir hastalığım, hiçbir adet sancım veya ağda sancım, hiçbir sınav stresi, hiçbir ölüm, hiçbir rezillik, hiç bir çaresizlik bu kadar ne acıttı ne mahvetti... Bu sebepten dayanamayarak buraları kirletiyorum. Normal olduğumu düşündüğüm saatlerde ise her Türk vatandaşı gibi işlerimi halledip, siyasi gelişmelere bakıyorum. Bu mevzuda söylemek istediğim tek şey var.

Ülkemi seviyorum ve zafer her zaman muzaffer Türk halkınındır!

Bu evreni paylaştığım herkese ve herşeye sonsuz sevgi ve saygılar.


Salı



Budur!



Sen nasıl bir sanatçısın... Helal yaa... Evrensel olanı da budur!


Övünmek gibi olmasın ama dostlar. Kendimi HIYAR gibi hissediyorum... :(


You and i are just like children
We are allways playing games
You hurt me more and more each time
Don't know what i found in you
People ask me all the time
If they knew you like i do
They would't say I'm wasting time
As long as you are there
I don't think we'll ever grow up.
As long as you are there.

Şu güzelliklere bakın! Dokundu çok dokundu ve ağlattı lan.

Pazar

Cuma

Ankara'da bugün dolmuş ve taksicilerin eylemi vardı. Üstelik cumhurbaşkanı "artık herkes işinin başına dönsün" derken. Yerinde bir eylem oldu bence...

Bana dönersek mide bulantılarım geri döndü. Bu da yerinde oldu sanırım...
Ve hâlâ kötüyüm!

Çarşamba

Ben kötüyüm, ülke de henüz aydınlık sayılmaz, daha da kötüsü Emre Yılmaz'ı özledim.

Pazartesi

Sen bir kaşık suda yüzmeye çalışırken, ben okyanusta boğuluyorum resmen.

Perşembe

Rize'den sesler yükseliyor. Eylemcilerin başından gaz dumanını eksik etmeyen polis ADD binasına saldıran faşistlere neden müdahale etmiyor acaba?
Türk Milleti bağımsız yaşamış ve bağımsızlığı varolmalarının yegane koşulu olarak kabul etmiş cesur insanların torunlarıdır. Bu millet hiçbir zaman hür olmadan yaşamamıştır, yaşayamaz ve yaşamayacaktır. (Mustafa Kemal ATATÜRK)

Biz barış istiyoruz dediğimiz zaman tam bağımsızlık dediğimizi herkesin anlaması gerekir. (Mustafa Kemal ATATÜRK)
Bu memleket dünyanın beklemediği, asla umut etmediği ayrıcalıklı bir varoluşa sahne oldu. Bu sahne en az 7 bin senelik bir Türk beşiğidir. Beşik doğanın rüzgârıyla sallandı; beşiğin içindeki çocuk doğanın yağmurlarıyla yıkandı, o çocuk doğanın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu sonra onlara alıştı; Onların oğlu oldu. Bir gün o doğa çocuğu, Doğa oldu; şimşek, yıldırım, güneş oldu; Türk oldu... Türk budur. Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir. (Mustafa Kemal ATATÜRK)

ankara’da durumun nasıl?

+ankara’da durumun nasıl?
-Bunu sorması gereken benim. Meraktan çıldıracaktım ama bana yazı yazabildiğine göre bişeyin yok. Yoksa yaralandın mı?
+… Nothing.

+ankara’da durumun nasıl?
-Bu benim repliğim.
+… Nothing.

+ankara’da durumun nasıl?
-Zehir gibiyim.
+… Nothing.

+ankara’da durumun nasıl?
-Kötü
+… Nothing.

+ankara’da durumun nasıl?
-Yoğunum.
+… Nothing.

+ankara’da durumun nasıl?
-Seni özledim.
+Salak … Nothing.

+ankara’da durumun nasıl?
-Bundan iyisi olamaz.
+… Nothing.

+ankara’da durumun nasıl?
-Bomba gibiyim. Baksana güneşi zapt edecek bizimkiler.
+… Nothing.

+ankara’da durumun nasıl?
-Seni seviyorum.
+:P Nothing.

+ankara’da durumun nasıl?
-Ayağımdan yaralandım ama şimdi iyiyim asıl sen nasılsın?
+… Nothing.

+ankara’da durumun nasıl?
-Önemli bi şeyim yok. Ya senin?
+ben de iyim

Pazar

30 Mayıs 2013 - ...

Gerçekten acayip gaza geldik...

Ankara'dan bahsedebilirim yalnızca gördüklerimden ve emin olduklarımdan. İlk günlerde İstanbul, hele İzmir'de durum anladığım kadarıyla şiddetliyken şimdi buradan daha fazla tedbirli davranıldığı kesin. Ayrıca her söylenen sözün dikkatli söylenmesinden yanayım. Çünkü bu aralar ülke olarak sağlıklı haber edinebilme konusunda yetersiz kalıyoruz.

Çok marjinal durumlar gelişiyor. Eylem sırasında bir ara eldiven isteyenler oldu. Neden istediklerini anlayamadım aklıma da bişey gelmedi. Meğer atılan gaz bombalarını su şişelerine koyarak etkisiz bırakmak için istiyorlarmış. Harikasınız dedim içimden.

Burada doktorlar bazı noktalarda yaralılara yardım ediyor. Bunlardan bildiklerim Leman Cafe, Nazım Hikmet Kültür Merkezi ve sanırım Kızılay AVM’de dahilmiş. Fakat polis buralara müdahale ederek yaralı ve doktorları gözaltına almış. Bence bu, durumun ciddiyetini aştığını gösterir. Savaş ortamlarında sağlıkçılarının bulunduğu alanlara müdahale yapılamaz. Ama polisler düşünmeden hareket ederek sınırlarını aşmışlar. Sokaklar savaş alanı. Öte yandan bilinen önemli haber kanallarında ses yok.

Sosyal medyanın görünen ve görünmeyen birçok yüzü vardır. Bunların içinden, doğru haber yaptığı kadar sağlıklı haber yapanları da diğerlerinden kolaylıkla ayırt edebilecek şekilde bugün tüm Türkiye gördü. Halkı sakin olmaya provokasyonları fark etmesini sağlamaya ve bilinçli hareket etmenin önemine vurgu yapan haber kanalı veya kanalları artık parmakla gösterilir durumda. Ki babama göre her zaman izlenebilecek sadece bu 3 kanal vardı ya neyse. Yetersiz haber kaynağının olması sosyal medyadan beklentilerin artmasını sağlamış ve insanlar meraklarını, yardım taleplerini bu ortam üzerinden gidermeye çalışmışlardır. Bence tehlike çanları bu noktada çalmaktadır. Çünkü halk kendi yaşadığı gerçekleri paylaşırken araya parazitlenen ve kışkırtıcı rol oynayan asılsız haberlerin doğruluğundan emin olmadan gaza gelme tehlikesi yaşamaktadır. Tamam, makul bir bilinç bunun üzerinden gelebilir fakat gösterilerde aktivist rol oynayanların bir kısmını da lise çağındaki gençler oluşturmaktadır. Yer ve semtine göre değişen durumlarda söz konusu. Örneğin Çankaya, Dikmen, GOP’ nın daha nezih diyebileceğimiz gençlerinin gösterdikleri hareketler doğrudan halk yanlısı ince bir şuurun ürünüdür. Herhangi bir faşizan tavır sergilemeden sadece atılan gaz bombalarına karşı slogan atmakla yetinen belli bir parti veyahut birliğin çatısı altında toplanmadan, tamamen halk tabanlı, ne istediğini bilen ve amaçlarının bilincinde olan gerçek gençler. Yani vandallık yanlarından geçmez. Bu noktada hiç bir sıkıntı yok fakat Tunalı’dan inen 50 kişilik bir grubun olaya dâhil olarak sövmeye, etrafa zarar vermeye ve polise taş atmaya başlaması durumun boyutunu farklı yönlere çekmeye yetiyor. Gündüz saatlerinde yapılan eylemlerde bu tarz durumlara müdahale eden, “şunları uyarın” diyen, slogan atarak durmalarını sağlayan kişiler (teyzeler) mevcut olduğundan, çatışmalar polisin tepkisi kadarla geçişebiliyordu ama akşam saatlerinde öncelikle polis cephesinde daha sonra aktivistlerin cephesinde işler kızışıyor gece ise tam bir faşizanlık. Durumun şiddeti, yerine, polisine, eylemcisine göre farklılık gösteriyor.

Şuan hala Ankara savaş alanı gibi saat 22:17 ve hala siren ambulans ve gaz bombası sesleri geliyor.

Bi örnek daha vereyim, Kızılay’da bir kişiyi öldüren ve birkaç kişiyi yaralayan 61 plakalı araç sahibinin şuursuz bir hükümet yanlısı olduğunu söyleyebilirim ama nette dolanan habere göre o bir sivil polis. Bu tam da durumun içinde ya bilinçsiz ve hemen dolup galeyana gelen insanların ya da provokatörlerin var olduğunu gösterir. Çünkü adam çok geçmeden Deniz Kuvvetleri’nin önündeki kavşakta trafik polisine yakalandı. Tipini görseniz polislikle uzaktan yakından bir ilgisi olmadığını hemen anlarsınız. Üstüne söylediklerinden, bağırıp çağırmasından ve yanındaki kadının kılık kıyafetinden de böyle olmadıklarını anlayabilirsiniz. Yani ortada bi bit yeniği var.

Dün akşam kaldığım yurttaki kızlarla bulunduğumuz mahalleyi ayağa kaldırmıştık. Yarım saat geçmeden bütün mahalleli bize katıldı ve 500 civarı insan bir araya gelip slogan attık. Bu akşam ise mahallenin en büyüğü 13-14 yaşlarında olan çocukları slogan atarak yürüyorlar. İnanılmaz tatlılar.

İşte öte yandan çok güçlü bir halkta görüyorum. Olması gereken bir başka boyut Banu Avar’ın da söylediği gibi aramızda işçiler, çiftçiler ve şehit aileleri de katılmalı. Ki sanırım bu gerçekleşmiş durumda. Aydın insanların, sanatçıların, sağ sol demeden, sendikalar, milliyetçiler, kemalistler, çalışan işçi kesimin, transların, biseksüellerin, farklı insan tiplerinin birleştiğini, hatta ailece gelen insanların katıldığını gördüm. Yani her kesimden insan mevcut. Bahsettiğimiz muhafazakâr ya da dindar kesimde bulunmalı ki kapsayıcı bir niteliğe sahip olabilsin ve eylemlerin niteliği artsın şuan için yeterli düzeyde değiller hatta karşı eylemde bulunuyorlar faşizanca. Bu kesimden o yüzden bişey bekleyemiyorum ama bence en önemlisi lümpenlerin de yer alması, eylemlerde bulunması; işte gerçek eylem budur. Yurtdışındaki Türk’lerden de destek olduklarını bildiren eylem görüntülerini görüyoruz. Üstelik köylerden de alanlara destekler gidiyormuş. Daha ne olsun. Umarım muhafazakâr diye nitelendirdiğimiz faşizanlarda gerçekleri kavrayıp bize katılır…

“Milletimiz davranışlarında ve gayretlerinde sarsılmaz bir bütünlük gösterdiği için başarılı olmuştur” (Mustafa Kemal ATATÜRK)

Bu ülkede her konuda konuşan tek bir insan var. O da muhafazakâr görünümlü Tayyip Erdoğan. Erdoğan’ın bu tavrı bile başkanlık sistemini benimsediklerini ve cumhurbaşkanın görev ve yetkilerinin yeniden düzenleyerek Erdoğan’ın o koltuğa göz kırpmasının açık bir göstergesidir. Atılan sloganlarda Erdoğan’ın adından başka herhangi bir hükümet görevlisine atıfta bulunulmaması bu durumu destekliyor.

Yabancı basında benzetmeler yapılıyor. Türkiye’nin bu durumu, Arap Baharı’nın başlangıcındaki Tunus ve Kahire’deki ayaklanmalara benzetiliyor. Bizim durumumuz bunlardan biraz farklı çünkü kaybedebileceğimiz çok şeyimiz var ekonomik açıdan. Gerçi korkusuz bir milletken, bu insanlar ülkesini kendileri yıkar ve en baştan yeniden kurarlar lakin bunun için de yine sağlam bir lider gerekir. Atatürk’ün düşünce ve fikirlerini benimsemiş gerçekçi bir lider bugün ortalarda gözükmediği için durum risk içeriyor. Bu eylemler gerçek amacına ulaşamadığı taktirde bu süreç yalnızca ülkenin gerilemesine yol açacaktır. Turizmi ve her ne kadar tasnif etmesemde AB sürecine girme konusunu riske atıyoruz. AB olmadan da bazı standartlara ulaşabileceğimiz kanısındayım yani benim için hava hoş ama yabancı sermayelerle geçinen bir toplumuz. O hâle getirdiler desek daha doğru olur. Bu yüzden tehlikeli bir süreç. Ani bir düşüş yaşatabilir bu da akbabaların işine gelir.

“Tam bağımsızlık, ancak ekonomik bağımsızlıkla mümkündür.” (Mustafa Kemal ATATÜRK)

Halkın liderlik anlayışı meselesi, bence en gözden kaçan ve en üstüne düşülmesi gereken bölüm. Bir lider nasıl olmalı, vasıfları, tavrı ve tutumları neleri içermeli bunu halkımız bence hiç analiz etmiyor. Bildikleri tek şey müslüman olması, etkilemesi ve onların dilinden konuşması gerektiği. Oysa Atatürk gibi bir lidere sahip olmuş ve olmakta olan bir toplumun 2 dk düşünüp onunla kıyaslamaya gitmesi ve bir sonuca varamaması halkımızın belki eğitim eksikliğinden belki de geçim derdinden dolayı düşünceden yoksun olduğundan, ortaya bu tür sonuçlar çıkıyor. Aslında şaşmamak gerek.  Halkın bunları düşünebilmesi için önce temel ihtiyaçları giderilmiş olması gerek. Kaldı ki okumuş dediğimiz insanlar içinden cahiller, cahil dediğimiz insanlar arasından aydın zihniyetliler çıkabildiğini hepimiz biliyoruz. Neyse peki ya geriye kalmış olan eğitim görmüş kısım ne yapıyor nasıl düşünüyor. Bence onlarda düzinelere ayrılıyor ama onları da kabaca ikiye ayırırsak bugünün tabiriyle %50 si kendi çıkarları doğrultusunda kendine en yakın bulduğu İslamcı görüşü doğal olarak destekliyor. Fakat bir ayrıntıyı kaçırıyorlar onlara hizmet ettiğini söyleyen insanın asıl ‘kime’ hizmet ettiği. Diğer kesimde kendi adına ülkesini düşünerek hareket ediyor. Bu oranın yani Erdoğan’a oy verenlerin neredeyse %50 yi oluşturduklarına inanmıyorum. Çünkü seçimlerde oylarla nasıl oynandığını, fakir halka nasıl erzak dağıtıldığını çok iyi biliyoruz. Her seçim döneminde yalan dolanla iktidar olmuş bir hükümetten ne beklenir?

“Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir. Ben milletimin en büyük ve ecdadımın en değerli mirası olan bağımsızlık aşkı ile dolu bir adamım. Çocukluğumdan bugüne kadar ailevî, hususî ve resmî hayatımın her safhasını yakından bilenler bu aşkım malumdur. Bence bir millete şerefin, haysiyetin, namusun ve insanlığın vücut ve beka bulabilmesi mutlaka o milletin özgürlük ve bağımsızlığına sahip olmasıyla kaimdir. Ben şahsen bu saydığım vasıflara, çok ehemmiyet veririm. Ve bu vasıfların kendimde mevcut olduğunu iddia edebilmek için milletimin de aynı vasıfları taşımasını esas şart bilirim. Ben yaşayabilmek için mutlaka bağımsız bir milletin evladı kalmalıyım. Bu sebeple milli bağımsızlık bence bir hayat meselesidir. Millet ve memleketin menfaatleri icap ettirirse, insanlığı teşkil eden milletlerden her biriyle medeniyet icabı olan dostluk ve siyaset münasebetlerini büyük bir hassasiyetle takdir ederim. Ancak, benim milletimi esir etmek isteyen herhangi bir milletin, bu arzusundan vazgeçinceye kadar, amansız düşmanıyım.” (Mustafa Kemal ATATÜRK)

Diğer bir konu ise Erdoğan’ın Suriye Hükümeti’ni eleştirerek halka baskı ve zulüm etmenin makul olmadığından bahsederken, kendi insanlarına bugün koyduğu tavır. Bu söyledikleriyle yaptıklarının örtüşmediğini gösteriyor. Halkına çapulcu ve provokatör derken bu tavrıyla gerçek provokatörlüğü kendi yapıyor.

Osmanlı tarih araştırmacısı ve profesör olan Karen Barkey’e göre protestolar hükümeti savunmasız yakaladığından ve hak talep eden farklı katılımcıları bir araya getiren geniş bir koalisyona dönüşen bir hareket olması eylemlerin ölçeğinin ne denli büyük olduğunu gösteriyor. Bu durumun nedenini de Erdoğan’ın otoriter algısının artması olarak açıklıyor. Ona göre; Erdoğan’ın uzlaşmaz tavrı Osmanlı vizyonuyla hiç örtüşmüyor ve partisinin siyası geleceği için iyi değil. Karen Barkey: “Demokratik bir ülke ama demokrasi endeksinde Avrupa ve Amerika’yı yakalayabilmiş değil. Seçimler demokrasi için tek başına yeterli değildir. Demokrasi aynı zamanda uzlaşı kültürü demektir. Bu tür kısıtlamalar ABD gibi pek çok ülkede söz konusu, tartışması da hep devam eder. Pek çok ülke, gençleri bağımlılıktan ve zararlarından korumak için alkol ve sigaraya yönelik artan kısıtlamaları getiriyor. Bu düzenlemeler demokratik tartışma ortamı içinde yapıldığı sürece siyasi sürecin parçasıdır. Ancak Türkiye’deki örnekte sorunlu olan ve sansür şüphesine neden olan alkolü ya da alkol kullanan insanları gösteren her türlü görüntünün, müzik videosunun ve kültürel prodüksiyonun yasaklanması kararı. Bu görüntülerin filmlerde, dizilerde, videolarda sansür edilecek olması tek bir toplum vizyonunun dayatılmasıdır ve demokratik politikaların çoğulculuk emeliyle çatışır. Demokrasi seçeneklerin ve vizyonların çeşitliliğini korumalıdır. Eğer birileri devamlı sansüre uğruyorsa, demokrasiden uzaklaşırsınız. 
Otoriter bir modeli çağrıştırıyor. Türkiye’nin ataerkil bir sultan modeli ile geçmişi olduğu ve imparatorluğun sonlarına doğru bu modelin olumsuzlukları görüldüğü için bunun negatif bir algısı var. Zaten Başbakan’ın medyaya karşı tavrı gibi birçok örnek üzerinden otoriterleştiğinin tartışıldığı dönemde bir de Türk usulü başkanlık sistemi denince otomatikman böyle olumsuz bir bağ kuruluveriyor. Oysa henüz hükümetin gerçekten ne üzerinde çalıştığını bilmiyoruz. Zira bu meselenin etrafında pek fazla gizlilik var. Bu kadar muğlaklık da Putin’le karşılaştırmaya kadar giden farklı göndermelere neden oluyor. Bu meseleler şeffaf bir şekilde tartışılabilse böyle olmaz.” diyor.

Hepsi tamam da hükümetin ne üzerinde çalıştığı mevzusuna gelince. Bunu anlamak çokta zor olmasa gerek. Bugüne kadar kürtaj yasasıyla ilgili değişiklikler, Erdoğan’ın Suriye ile olan ilişkileri aralarında Genekurmay Başkanı ve Generallerin bulunduğu subayların hapse atılması, birçok gazeteci ve muhabirin tutuklanması, basın özgürlüğünün kısıtlanması, kürk açılımının sonuç getirmemesi ve pkk sorunun devam etmesi, alkol satışı ve tüketimiyle ilgili yeni düzenlemeler, Reyhanlı olayına hükümetin gereken titizliği göstermemesi, her geçen gün artan zamlar ve ekonominin yükseliyor denmesine rağmen halkın gelişen ekonomiden nasiplenemiyor olması. Cumhurbaşkanın görev ve yetkilerinin genişletilerek “Otoriter ve Tek Güçlü Adam” anlayışının zemininin hazırlanıyor olması, milli bayramların kısıtlanması ve tüm dünyada kutlanan bayramların bile eylemlerine izin verilmemesi, bu eylemler esnasında halkın şiddet görmesi ve son olarak gezi parkı eylemlerinde işin ucunun kaçması veyahut kaçırılması tüm bunların sonucunda kırılma noktası oluşturması. Pekte halk tabanlı bir siyaset izlemediklerinin kanıtları değil mi? Yani başkalarına hizmet ediyorlar. Başkalarının kim olduğu ise malum. Bölücülük üzerinde çalışıyorlar denir mi acaba? Aslında Türkiye'de durum Gülse Birsel’in de söylediği gibi “Eeeah yetti beaaa!” noktasına gelmiştir. Bu nokta bugün içinde bulunduğumuz eylemleri nitelikli, geniş ve sağlam bir kitleye sahip olması anlamında diğer eylem ve gösterilerden farklı kılıyor. Ülke böyle bir duruma istenerek veyahut istem dışı sürüklenmiştir. Bunun altında yatan gerçek sebepleri zamanla hepimiz göreceğiz. Bize düşen sadece birleşerek, şarkılarla, şuan halkımızın çok güzel yaptığı gibi mizahla ve sanatla içten ve samimi gösterili eylemler oluşturmaktır. Böyle bir durumun karşısında hiçbir kuvvet duramayacaktır.

Handelsblatt habere göre; ” Son günlerde yaşanan kitlesel protestolar, Türklerin 'Bir güçlü adam' istemediğini gösteriyor. Erdoğan bölgede demokratikleşme gayreti gösteren halklara kendi ülkesini örnek gösterirken, başkanlık sistemi getirecek, cumhurbaşkanına benzeri olmayan bir güç verecek yeni anayasayı hazırlıyor. Erdoğan'ın gelecek yıl kendisini cumhurbaşkanı seçtirmeye çalışacağı bir sır değil. Galiba bu planlarından vazgeçmek zorunda kalacak. Son günlerde yaşanan kitlesel protestolar, Türklerin 'Bir güçlü adam' istemediğini gösteriyor. “

Bunun üstüne ne denir ki. Her şey açık, net ve özet değil mi?

Başbakanın baskıcı politikasıyla ve liderlerin duyarsızlıklarıyla oluşan iletişimsizlik, daha doğrusu yalan yanlış haberlerden arındırılmış doğru haber eksikliği, daha da doğrusu haber eksikliği, ülkemizde daha büyük bir kaos ortamı oluşturmaktadır. Ülkesinde kendi vatandaşından daha değerli bir şey olmadığı anlayışıyla hareket etmesi gereken başbakanımız Fas ve Tunus’a gitmekten çekinmiyor. Bunları söylemiştim sanırım.
Tüm bu olanlara rağmen uzlaşma yoluna gitmeyerek halkıyla restleşmeye devam eden Erdoğan’ın bu rahat, tehditkâr ve siktir edici tavrının altında, sizce de halkı kızıştırmak için çabaladığı düşüncesi yattığı akla gelmiyor mu?

“Basın milletin müşterek sesidir. Başlı başına bir kuvvet, bir okul, bir öncüdür.” (Mustafa Kemal ATATÜRK)

Az önce dikmende oturan bir arkadaşımla görüştük polis akreplerle arkalarından kovalamış, kendilerini evlere zor atmışlar. Bestekar sokak yıkılıyor. Polisin apaçık orantısız güç kullandığı videoların sayısı artıyor. Halk hiçbir tepkide bulunmazken halkı kışkırtan yani provokasyonu sağlayan polislerin olduğunu da görüyoruz. Bağımsızlık için, özgürlük için, daha iyi bir gelecek için, adalet için, gerçek demokrasi için Türkiye ayakta fakat ülkenin başbakanı ortalarda yok. Üstelik gittiği yerde de hoş karşılanmıyor.

Biz bu hengameyle uğraşırken daha doğrusu hengameye yönlenmişken meclisten nur topu gibi yeni bir kanun doğmuş, gözümüz aydın. Yeni Petrol Kanunu TPAO ile yerli-yabancı özel sektör şirketlerinin eşit şartlarda faaliyet göstermesine imkan tanıyacak olup, TPAO denizlerde ve karalarda istediği sayıda ruhsat alabilecektir. Bu da demek oluyor ki gelsin yabancı yatırımcılar.  Bu eylemler olsun olmasın bizim Teyyepp istediği yasayı istediği hızla meclisten geçiriyor. Sorun var mı? Yok.

Kötü koku var mı? Var! İnsanoğluna verilmiş en büyük lütuftur koku alma duyusu. Bu koku sadece Tayyip’ten değil bazı illegal ve destekçileri net olmayan kuruluşlardan da geliyor. Mesela; Anonymous’u artık hepimiz biliyoruz ne tür siteleri çökerttiklerini falan filan. Türkiye’de de aktif hale geldiler fakat öyle kritik bir durum ki bu anlamda yaptıkları bazı işleri haklıda buluyorum ama abi “resmigazete, mam, dsi” gibi alakasız kurumların sitesini çökertmenin kime ne faydası olabilir. Partilerin sitelerinin hacklenmesine sonuna kadar hak veriyorum durumun ciddiyetini kavramaları için ama diğer kurum ve kuruluşların geçici bir süre için sitelerinin çökertilmiş olması işlerin aksamasından ziyade bazı gelişmeleri takip etmemizi kısıtlayan bir durumdur. Bunun eylemin dışında başka bir şeye hizmet ettiğini düşündürtüyor. Şu sözüm ona Arap baharı olayının nasıl başladığı, altında yatan sebepler, bugün geldikleri durum vs. vs. bunlara bakılmalı önce. Türkiye ile benzerlik gösteriyor tabi ki her ne kadar konumlar farklı olsa da ama altında yatan bir durumdan daha bahsetmek istiyorum Otpor/Canvas güdümünde Occupy Arap baharının temelinde. Neye hizmet ediyor? Nasıl bir kuruluş? Kimlerin tekelinde? Neden Türkiye’de özellikle de bugün sosyal medyada bu kadar aktifler. Merak edip biraz araştırdım. Videoları, paylaştıkları resim ve yazılar her ne kadar gerçeklik payı olsa da bir şekilde kışkırtıcılıkları daha ağır basıyor. Doğru ve gerçekler provokasyonla gençlere iletiliyor. Gördüğüm bu. Bu grupların ya da yapılanmaların artık her neyse, bizi değil bizim onları kullanmamız gerekir.

İhtiyacımız olan tek şey bilinçli olmak ve belki de sadece BAĞIMSIZLIK istemek!

Evet, devran dönüyor!

“Her büyük meydan muharebesinden, her büyük zaferin kazanılmasından sonra yeni bir âlem (dünya) doğmalıdır, doğar. Yoksa başlı başına bir zafer, boşa gitmiş bir gayret olur.” (Mustafa Kemal ATATÜRK)

Bu olayların temelindeki yasa tasarısını, Orman ve Su İşleri Bakanlığı, orman ve milli parkların imara açılmasını sağlayan yasa tasarısının AB kriterlerinde bulunmadığını öngörmüştür. Ve Gezi Parkı eylemlerinden sonra tasarı gündemi durdurulmuştur. O tasarı neleri kapsıyor eylemlerden sonra tekrar gündeme gelecek mi? Buyurun biraz kurcalayın.


Haber anlayışına bakın.


Takip etmeli.