Gerçekten acayip gaza
geldik...
Ankara'dan
bahsedebilirim yalnızca gördüklerimden ve emin olduklarımdan. İlk günlerde İstanbul, hele İzmir'de durum anladığım kadarıyla şiddetliyken şimdi buradan daha fazla
tedbirli davranıldığı kesin. Ayrıca her söylenen sözün dikkatli söylenmesinden
yanayım. Çünkü bu aralar ülke olarak sağlıklı haber edinebilme konusunda
yetersiz kalıyoruz.
Çok marjinal durumlar
gelişiyor. Eylem sırasında bir ara eldiven isteyenler oldu. Neden istediklerini
anlayamadım aklıma da bişey gelmedi. Meğer atılan gaz bombalarını su şişelerine
koyarak etkisiz bırakmak için istiyorlarmış. Harikasınız dedim içimden.
Burada doktorlar bazı
noktalarda yaralılara yardım ediyor. Bunlardan bildiklerim Leman Cafe, Nazım
Hikmet Kültür Merkezi ve sanırım Kızılay AVM’de dahilmiş. Fakat polis buralara
müdahale ederek yaralı ve doktorları gözaltına almış. Bence bu, durumun
ciddiyetini aştığını gösterir. Savaş ortamlarında sağlıkçılarının bulunduğu
alanlara müdahale yapılamaz. Ama polisler düşünmeden hareket ederek sınırlarını
aşmışlar. Sokaklar savaş alanı. Öte yandan bilinen önemli haber kanallarında
ses yok.
Sosyal medyanın
görünen ve görünmeyen birçok yüzü vardır. Bunların içinden, doğru haber yaptığı
kadar sağlıklı haber yapanları da diğerlerinden kolaylıkla ayırt edebilecek
şekilde bugün tüm Türkiye gördü. Halkı sakin olmaya provokasyonları fark
etmesini sağlamaya ve bilinçli hareket etmenin önemine vurgu yapan haber kanalı
veya kanalları artık parmakla gösterilir durumda. Ki babama göre her zaman izlenebilecek sadece bu 3 kanal vardı ya neyse. Yetersiz haber kaynağının
olması sosyal medyadan beklentilerin artmasını sağlamış ve insanlar
meraklarını, yardım taleplerini bu ortam üzerinden gidermeye çalışmışlardır.
Bence tehlike çanları bu noktada çalmaktadır. Çünkü halk kendi yaşadığı
gerçekleri paylaşırken araya parazitlenen ve kışkırtıcı rol oynayan asılsız
haberlerin doğruluğundan emin olmadan gaza gelme tehlikesi
yaşamaktadır. Tamam, makul bir bilinç bunun üzerinden gelebilir fakat
gösterilerde aktivist rol oynayanların bir kısmını da lise çağındaki gençler
oluşturmaktadır. Yer ve semtine göre değişen durumlarda söz konusu. Örneğin
Çankaya, Dikmen, GOP’ nın daha nezih diyebileceğimiz gençlerinin gösterdikleri
hareketler doğrudan halk yanlısı ince bir şuurun ürünüdür. Herhangi bir faşizan
tavır sergilemeden sadece atılan gaz bombalarına karşı slogan atmakla yetinen
belli bir parti veyahut birliğin çatısı altında toplanmadan, tamamen halk
tabanlı, ne istediğini bilen ve amaçlarının bilincinde olan gerçek gençler.
Yani vandallık yanlarından geçmez. Bu noktada hiç bir sıkıntı yok fakat
Tunalı’dan inen 50 kişilik bir grubun olaya dâhil olarak sövmeye, etrafa zarar
vermeye ve polise taş atmaya başlaması durumun boyutunu farklı yönlere çekmeye
yetiyor. Gündüz saatlerinde yapılan eylemlerde bu tarz durumlara müdahale eden,
“şunları uyarın” diyen, slogan atarak durmalarını sağlayan kişiler (teyzeler)
mevcut olduğundan, çatışmalar polisin tepkisi kadarla geçişebiliyordu ama akşam
saatlerinde öncelikle polis cephesinde daha sonra aktivistlerin cephesinde
işler kızışıyor gece ise tam bir faşizanlık. Durumun şiddeti, yerine,
polisine, eylemcisine göre farklılık gösteriyor.
Şuan hala Ankara savaş
alanı gibi saat 22:17 ve hala siren ambulans ve gaz bombası sesleri geliyor.
Bi örnek daha vereyim,
Kızılay’da bir kişiyi öldüren ve birkaç kişiyi yaralayan 61 plakalı araç
sahibinin şuursuz bir hükümet yanlısı olduğunu söyleyebilirim ama nette dolanan
habere göre o bir sivil polis. Bu tam da durumun içinde ya bilinçsiz ve hemen dolup
galeyana gelen insanların ya da provokatörlerin var olduğunu gösterir. Çünkü
adam çok geçmeden Deniz Kuvvetleri’nin önündeki kavşakta trafik polisine
yakalandı. Tipini görseniz polislikle uzaktan yakından bir ilgisi olmadığını
hemen anlarsınız. Üstüne söylediklerinden, bağırıp çağırmasından ve yanındaki
kadının kılık kıyafetinden de böyle olmadıklarını anlayabilirsiniz. Yani ortada
bi bit yeniği var.
Dün akşam kaldığım
yurttaki kızlarla bulunduğumuz mahalleyi ayağa kaldırmıştık. Yarım saat
geçmeden bütün mahalleli bize katıldı ve 500 civarı insan bir araya gelip
slogan attık. Bu akşam ise mahallenin en büyüğü 13-14 yaşlarında olan çocukları
slogan atarak yürüyorlar. İnanılmaz tatlılar.
İşte öte yandan çok
güçlü bir halkta görüyorum. Olması gereken bir başka boyut Banu Avar’ın da
söylediği gibi aramızda işçiler, çiftçiler ve şehit aileleri de katılmalı. Ki
sanırım bu gerçekleşmiş durumda. Aydın insanların, sanatçıların, sağ sol
demeden, sendikalar, milliyetçiler, kemalistler, çalışan işçi kesimin,
transların, biseksüellerin, farklı insan tiplerinin birleştiğini, hatta ailece
gelen insanların katıldığını gördüm. Yani her kesimden insan mevcut. Bahsettiğimiz
muhafazakâr ya da dindar kesimde bulunmalı ki kapsayıcı bir niteliğe sahip
olabilsin ve eylemlerin niteliği artsın şuan için yeterli düzeyde değiller
hatta karşı eylemde bulunuyorlar faşizanca. Bu kesimden o yüzden bişey
bekleyemiyorum ama bence en önemlisi lümpenlerin de yer alması, eylemlerde
bulunması; işte gerçek eylem budur. Yurtdışındaki Türk’lerden de destek
olduklarını bildiren eylem görüntülerini görüyoruz. Üstelik köylerden de
alanlara destekler gidiyormuş. Daha ne olsun. Umarım muhafazakâr diye
nitelendirdiğimiz faşizanlarda gerçekleri kavrayıp bize katılır…
“Milletimiz
davranışlarında ve gayretlerinde sarsılmaz bir bütünlük gösterdiği için
başarılı olmuştur” (Mustafa Kemal ATATÜRK)
Bu ülkede her konuda
konuşan tek bir insan var. O da muhafazakâr görünümlü Tayyip Erdoğan.
Erdoğan’ın bu tavrı bile başkanlık sistemini benimsediklerini ve cumhurbaşkanın
görev ve yetkilerinin yeniden düzenleyerek Erdoğan’ın o koltuğa göz kırpmasının
açık bir göstergesidir. Atılan sloganlarda Erdoğan’ın adından başka herhangi
bir hükümet görevlisine atıfta bulunulmaması bu durumu destekliyor.
Yabancı basında
benzetmeler yapılıyor. Türkiye’nin bu durumu, Arap Baharı’nın başlangıcındaki
Tunus ve Kahire’deki ayaklanmalara benzetiliyor. Bizim durumumuz bunlardan biraz
farklı çünkü kaybedebileceğimiz çok şeyimiz var ekonomik açıdan. Gerçi korkusuz
bir milletken, bu insanlar ülkesini kendileri yıkar ve en baştan yeniden
kurarlar lakin bunun için de yine sağlam bir lider gerekir. Atatürk’ün düşünce
ve fikirlerini benimsemiş gerçekçi bir lider bugün ortalarda gözükmediği için
durum risk içeriyor. Bu eylemler gerçek amacına ulaşamadığı taktirde bu süreç
yalnızca ülkenin gerilemesine yol açacaktır. Turizmi ve her ne kadar tasnif
etmesemde AB sürecine girme konusunu riske atıyoruz. AB olmadan da bazı
standartlara ulaşabileceğimiz kanısındayım yani benim için hava hoş ama yabancı
sermayelerle geçinen bir toplumuz. O hâle getirdiler desek daha doğru olur. Bu
yüzden tehlikeli bir süreç. Ani bir düşüş yaşatabilir bu da akbabaların
işine gelir.
“Tam bağımsızlık,
ancak ekonomik bağımsızlıkla mümkündür.” (Mustafa Kemal ATATÜRK)
Halkın liderlik
anlayışı meselesi, bence en gözden kaçan ve en üstüne düşülmesi gereken bölüm.
Bir lider nasıl olmalı, vasıfları, tavrı ve tutumları neleri içermeli bunu
halkımız bence hiç analiz etmiyor. Bildikleri tek şey müslüman olması,
etkilemesi ve onların dilinden konuşması gerektiği. Oysa Atatürk gibi bir
lidere sahip olmuş ve olmakta olan bir toplumun 2 dk düşünüp onunla kıyaslamaya
gitmesi ve bir sonuca varamaması halkımızın belki eğitim eksikliğinden belki de
geçim derdinden dolayı düşünceden yoksun olduğundan, ortaya bu tür sonuçlar
çıkıyor. Aslında şaşmamak gerek. Halkın bunları düşünebilmesi için önce
temel ihtiyaçları giderilmiş olması gerek. Kaldı ki okumuş dediğimiz insanlar
içinden cahiller, cahil dediğimiz insanlar arasından aydın zihniyetliler
çıkabildiğini hepimiz biliyoruz. Neyse peki ya geriye kalmış olan eğitim görmüş kısım ne yapıyor nasıl
düşünüyor. Bence onlarda düzinelere ayrılıyor ama onları da kabaca ikiye
ayırırsak bugünün tabiriyle %50 si kendi çıkarları doğrultusunda kendine en
yakın bulduğu İslamcı görüşü doğal olarak destekliyor. Fakat bir ayrıntıyı kaçırıyorlar onlara hizmet ettiğini söyleyen insanın asıl ‘kime’ hizmet ettiği.
Diğer kesimde kendi adına ülkesini düşünerek hareket ediyor. Bu oranın yani
Erdoğan’a oy verenlerin neredeyse %50 yi oluşturduklarına inanmıyorum. Çünkü
seçimlerde oylarla nasıl oynandığını, fakir halka nasıl erzak dağıtıldığını çok
iyi biliyoruz. Her seçim döneminde yalan dolanla iktidar olmuş bir hükümetten
ne beklenir?
“Özgürlük ve
bağımsızlık benim karakterimdir. Ben milletimin en büyük ve ecdadımın en
değerli mirası olan bağımsızlık aşkı ile dolu bir adamım. Çocukluğumdan bugüne
kadar ailevî, hususî ve resmî hayatımın her safhasını yakından bilenler bu
aşkım malumdur. Bence bir millete şerefin, haysiyetin, namusun ve insanlığın
vücut ve beka bulabilmesi mutlaka o milletin özgürlük ve bağımsızlığına sahip
olmasıyla kaimdir. Ben şahsen bu saydığım vasıflara, çok ehemmiyet veririm. Ve
bu vasıfların kendimde mevcut olduğunu iddia edebilmek için milletimin de aynı
vasıfları taşımasını esas şart bilirim. Ben yaşayabilmek için mutlaka bağımsız
bir milletin evladı kalmalıyım. Bu sebeple milli bağımsızlık bence bir hayat
meselesidir. Millet ve memleketin menfaatleri icap ettirirse, insanlığı teşkil
eden milletlerden her biriyle medeniyet icabı olan dostluk ve siyaset
münasebetlerini büyük bir hassasiyetle takdir ederim. Ancak, benim milletimi
esir etmek isteyen herhangi bir milletin, bu arzusundan vazgeçinceye kadar,
amansız düşmanıyım.” (Mustafa Kemal ATATÜRK)
Diğer bir konu ise
Erdoğan’ın Suriye Hükümeti’ni eleştirerek halka baskı ve zulüm etmenin makul
olmadığından bahsederken, kendi insanlarına bugün koyduğu tavır. Bu söyledikleriyle
yaptıklarının örtüşmediğini gösteriyor. Halkına çapulcu ve provokatör derken bu
tavrıyla gerçek provokatörlüğü kendi yapıyor.
Osmanlı tarih
araştırmacısı ve profesör olan Karen Barkey’e göre protestolar hükümeti
savunmasız yakaladığından ve hak talep eden farklı katılımcıları bir araya
getiren geniş bir koalisyona dönüşen bir hareket olması eylemlerin ölçeğinin ne
denli büyük olduğunu gösteriyor. Bu durumun nedenini de Erdoğan’ın otoriter
algısının artması olarak açıklıyor. Ona göre; Erdoğan’ın uzlaşmaz tavrı Osmanlı
vizyonuyla hiç örtüşmüyor ve partisinin siyası geleceği için iyi değil. Karen
Barkey: “Demokratik bir ülke ama demokrasi endeksinde Avrupa ve Amerika’yı
yakalayabilmiş değil. Seçimler demokrasi için tek başına yeterli değildir.
Demokrasi aynı zamanda uzlaşı kültürü demektir. Bu tür kısıtlamalar ABD gibi
pek çok ülkede söz konusu, tartışması da hep devam eder. Pek çok ülke, gençleri
bağımlılıktan ve zararlarından korumak için alkol ve sigaraya yönelik artan
kısıtlamaları getiriyor. Bu düzenlemeler demokratik tartışma ortamı içinde
yapıldığı sürece siyasi sürecin parçasıdır. Ancak Türkiye’deki örnekte sorunlu
olan ve sansür şüphesine neden olan alkolü ya da alkol kullanan insanları
gösteren her türlü görüntünün, müzik videosunun ve kültürel prodüksiyonun
yasaklanması kararı. Bu görüntülerin filmlerde, dizilerde, videolarda sansür
edilecek olması tek bir toplum vizyonunun dayatılmasıdır ve demokratik
politikaların çoğulculuk emeliyle çatışır. Demokrasi seçeneklerin ve
vizyonların çeşitliliğini korumalıdır. Eğer birileri devamlı sansüre uğruyorsa,
demokrasiden uzaklaşırsınız.
Otoriter bir modeli
çağrıştırıyor. Türkiye’nin ataerkil bir sultan modeli ile geçmişi olduğu ve
imparatorluğun sonlarına doğru bu modelin olumsuzlukları görüldüğü için bunun
negatif bir algısı var. Zaten Başbakan’ın medyaya karşı tavrı gibi birçok örnek
üzerinden otoriterleştiğinin tartışıldığı dönemde bir de Türk usulü başkanlık
sistemi denince otomatikman böyle olumsuz bir bağ kuruluveriyor. Oysa henüz
hükümetin gerçekten ne üzerinde çalıştığını bilmiyoruz. Zira bu meselenin
etrafında pek fazla gizlilik var. Bu kadar muğlaklık da Putin’le
karşılaştırmaya kadar giden farklı göndermelere neden oluyor. Bu meseleler
şeffaf bir şekilde tartışılabilse böyle olmaz.” diyor.
Hepsi tamam da hükümetin ne üzerinde
çalıştığı mevzusuna gelince. Bunu anlamak çokta zor olmasa gerek. Bugüne kadar
kürtaj yasasıyla ilgili değişiklikler, Erdoğan’ın Suriye ile olan ilişkileri
aralarında Genekurmay Başkanı ve Generallerin bulunduğu subayların hapse atılması,
birçok gazeteci ve muhabirin tutuklanması, basın özgürlüğünün kısıtlanması,
kürk açılımının sonuç getirmemesi ve pkk sorunun devam etmesi, alkol satışı ve
tüketimiyle ilgili yeni düzenlemeler, Reyhanlı olayına hükümetin gereken
titizliği göstermemesi, her geçen gün artan zamlar ve ekonominin yükseliyor
denmesine rağmen halkın gelişen ekonomiden nasiplenemiyor olması.
Cumhurbaşkanın görev ve yetkilerinin genişletilerek “Otoriter ve Tek Güçlü
Adam” anlayışının zemininin hazırlanıyor olması, milli bayramların kısıtlanması
ve tüm dünyada kutlanan bayramların bile eylemlerine izin verilmemesi, bu
eylemler esnasında halkın şiddet görmesi ve son olarak gezi parkı eylemlerinde
işin ucunun kaçması veyahut kaçırılması tüm bunların sonucunda kırılma noktası
oluşturması. Pekte halk tabanlı bir siyaset izlemediklerinin kanıtları değil mi? Yani başkalarına hizmet ediyorlar. Başkalarının kim olduğu ise malum. Bölücülük üzerinde çalışıyorlar denir mi acaba? Aslında Türkiye'de durum Gülse Birsel’in de söylediği gibi “Eeeah yetti beaaa!”
noktasına gelmiştir. Bu nokta bugün içinde bulunduğumuz eylemleri nitelikli,
geniş ve sağlam bir kitleye sahip olması anlamında diğer eylem ve gösterilerden
farklı kılıyor. Ülke böyle bir duruma istenerek veyahut istem dışı
sürüklenmiştir. Bunun altında yatan gerçek sebepleri zamanla hepimiz göreceğiz.
Bize düşen sadece birleşerek, şarkılarla, şuan halkımızın çok güzel yaptığı gibi mizahla ve
sanatla içten ve samimi gösterili eylemler oluşturmaktır. Böyle bir durumun
karşısında hiçbir kuvvet duramayacaktır.
Handelsblatt habere
göre; ” Son günlerde yaşanan kitlesel protestolar, Türklerin 'Bir güçlü adam'
istemediğini gösteriyor. Erdoğan bölgede demokratikleşme gayreti gösteren
halklara kendi ülkesini örnek gösterirken, başkanlık sistemi getirecek,
cumhurbaşkanına benzeri olmayan bir güç verecek yeni anayasayı hazırlıyor.
Erdoğan'ın gelecek yıl kendisini cumhurbaşkanı seçtirmeye çalışacağı bir sır
değil. Galiba bu planlarından vazgeçmek zorunda kalacak. Son günlerde yaşanan
kitlesel protestolar, Türklerin 'Bir güçlü adam' istemediğini gösteriyor. “
Bunun üstüne ne denir
ki. Her şey açık, net ve özet değil mi?
Başbakanın baskıcı politikasıyla ve liderlerin duyarsızlıklarıyla oluşan iletişimsizlik, daha doğrusu yalan yanlış haberlerden
arındırılmış doğru haber eksikliği, daha da doğrusu haber eksikliği, ülkemizde daha büyük bir kaos ortamı
oluşturmaktadır. Ülkesinde kendi vatandaşından daha değerli bir şey
olmadığı anlayışıyla hareket etmesi gereken başbakanımız Fas ve Tunus’a gitmekten
çekinmiyor. Bunları söylemiştim sanırım.
Tüm bu olanlara rağmen
uzlaşma yoluna gitmeyerek halkıyla restleşmeye devam eden Erdoğan’ın bu
rahat, tehditkâr ve siktir edici tavrının altında, sizce de halkı kızıştırmak için çabaladığı düşüncesi yattığı akla gelmiyor mu?
“Basın milletin
müşterek sesidir. Başlı başına bir kuvvet, bir okul, bir öncüdür.” (Mustafa
Kemal ATATÜRK)
Az önce dikmende
oturan bir arkadaşımla görüştük polis akreplerle arkalarından kovalamış, kendilerini evlere zor atmışlar. Bestekar sokak yıkılıyor. Polisin apaçık
orantısız güç kullandığı videoların sayısı artıyor. Halk hiçbir tepkide
bulunmazken halkı kışkırtan yani provokasyonu sağlayan polislerin olduğunu da
görüyoruz. Bağımsızlık için, özgürlük için, daha iyi bir gelecek için, adalet
için, gerçek demokrasi için Türkiye ayakta fakat ülkenin başbakanı ortalarda
yok. Üstelik gittiği yerde de hoş karşılanmıyor.
Biz bu hengameyle
uğraşırken daha doğrusu hengameye yönlenmişken meclisten nur topu gibi yeni bir kanun doğmuş,
gözümüz aydın. Yeni Petrol Kanunu TPAO ile yerli-yabancı özel sektör
şirketlerinin eşit şartlarda faaliyet göstermesine imkan tanıyacak olup, TPAO
denizlerde ve karalarda istediği sayıda ruhsat alabilecektir. Bu da demek
oluyor ki gelsin yabancı yatırımcılar. Bu eylemler olsun olmasın bizim
Teyyepp istediği yasayı istediği hızla meclisten geçiriyor. Sorun var mı? Yok.
Kötü koku var mı? Var!
İnsanoğluna verilmiş en büyük lütuftur koku alma duyusu. Bu koku sadece
Tayyip’ten değil bazı illegal ve destekçileri net olmayan kuruluşlardan da geliyor. Mesela; Anonymous’u artık hepimiz biliyoruz ne tür siteleri
çökerttiklerini falan filan. Türkiye’de de aktif hale geldiler fakat öyle
kritik bir durum ki bu anlamda yaptıkları bazı işleri haklıda buluyorum ama abi
“resmigazete, mam, dsi” gibi alakasız kurumların sitesini çökertmenin kime ne
faydası olabilir. Partilerin sitelerinin hacklenmesine sonuna kadar hak
veriyorum durumun ciddiyetini kavramaları için ama diğer kurum ve kuruluşların
geçici bir süre için sitelerinin çökertilmiş olması işlerin aksamasından ziyade bazı
gelişmeleri takip etmemizi kısıtlayan bir durumdur. Bunun eylemin dışında başka
bir şeye hizmet ettiğini düşündürtüyor. Şu sözüm ona Arap baharı
olayının nasıl başladığı, altında yatan sebepler, bugün geldikleri durum vs.
vs. bunlara bakılmalı önce. Türkiye ile benzerlik gösteriyor tabi ki her ne
kadar konumlar farklı olsa da ama altında yatan bir durumdan daha bahsetmek
istiyorum Otpor/Canvas güdümünde Occupy Arap baharının temelinde. Neye hizmet
ediyor? Nasıl bir kuruluş? Kimlerin tekelinde? Neden Türkiye’de özellikle de
bugün sosyal medyada bu kadar aktifler. Merak edip biraz araştırdım. Videoları,
paylaştıkları resim ve yazılar her ne kadar gerçeklik payı olsa da bir şekilde
kışkırtıcılıkları daha ağır basıyor. Doğru ve gerçekler provokasyonla gençlere
iletiliyor. Gördüğüm bu. Bu grupların ya da yapılanmaların artık her neyse,
bizi değil bizim onları kullanmamız gerekir.
İhtiyacımız olan tek
şey bilinçli olmak ve belki de sadece BAĞIMSIZLIK istemek!
Evet, devran dönüyor!
“Her büyük meydan
muharebesinden, her büyük zaferin kazanılmasından sonra yeni bir âlem (dünya)
doğmalıdır, doğar. Yoksa başlı başına bir zafer, boşa gitmiş bir gayret olur.”
(Mustafa Kemal ATATÜRK)
Bu olayların
temelindeki yasa tasarısını, Orman ve Su İşleri Bakanlığı, orman ve milli
parkların imara açılmasını sağlayan yasa tasarısının AB kriterlerinde
bulunmadığını öngörmüştür. Ve Gezi Parkı eylemlerinden sonra tasarı gündemi
durdurulmuştur. O tasarı neleri kapsıyor eylemlerden sonra tekrar gündeme
gelecek mi? Buyurun biraz kurcalayın.
Haber anlayışına
bakın.
Takip etmeli.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder