Çarşamba

facebook = postmodern aşklar

Bugün ilginç bişey duydum." Bu kadar aciz insanlar var mı?" diye hayretlerim şaştı :) Bizim Esma'nın sevgilisi ayrılık haberini face'den normal durum bildirisi yaparmış gibi duyurmuş ve telefonlarını da açmıyormuş. Ne lan bu! Facele mi çıkıyor bu insanlar, nerde bu insan ilişkileri. Tamam, sevgin bitmiş olabilir ama karşında bir insan var. Üstelik iyi veya kötü bişeyler paylaştığın bir insan, biraz saygı gösterip durumu doğrudan kendisine söylememe anlayışı nasıl bir sebepten geliyor anlamıyorum. Bunların hangilerinin yasaklı ilişkisi var lan! Arkadaş, durumları da ortada, hiçbir engel yok. Varsa bir sebep hadi siktir et herşeyi sadece karşındaki bir insan olduğundan dolayı açıklamanı yapar ve sonra siktir olup gidersin ne lan bu! Oyuncak mı? "bugün seni seviyorum" yarın "nefret ediyorum üstelik o kadar nefret ediyorum ki seni muhatap bile almıyorum, yapacak bir açıklamam yok". SIÇ.
Yeni çağ insanları face'le flort ediyo, twiter'la öpüşüyo, blog'larla düzüşüyor, gerçek şizofren bunlar bence. işte böyle falan filan...

Peki ya ben? Ender'e söyleyemediğim onca şeyi buraya yazıyorum, aslında yazmak zorunda kalıyorum. Bazen yazmazsam boğulacak gibi hissediyorum. Onu sevdiğimi bilmesi benim için yeterli. Daha fazlasını bilmesini istemiyorum. Üzülmesinden korkuyorum çünkü. Bilmesin, görmesin, duymasın, hissetmesin ve unutsun.
Napacan? Çekecen, buralara akıtacan elemini kederini. Onların yaptıklarıysa elem kederi sevdiklerinin gözüne sokarak saçmaca son vermeye çalışmak. Bazen hiç birşey olan bazen de herşey olan internet saçmalığı aracılıyla yapmak, onca sevgiye haksızlık değil mi? Böyle davranarak kendilerine ve karşılarındakilere çok pis yazık ediyorlar bence. 
Bazen Ender'in blogumu görme ihtimalini düşünüyorum da, imkansız gibi gözüküyor, bu sebeple rahatım. Böyle bir ihtimal yok. O yüzden arada buraya içimdekileri akıtmayı seviyorum. Üstelik bana yeten birkaç hiç tanımadığım farklı ülkelerden takipçim olması gizemli ve eğlenceli geliyor hatta mutlu ediyor. Bazen de hiç olmadığı kadar rahatlatıyor...

Cuma

Ben buraya ufaktan ufaktan geri dönerken biri de beni kullanmaya kalkarak kendine çevirmeye devam ediyor sanırım.
Bu sabah, gece ders çalışırken geç yattığımdan erken kalkamadım. Kalkınca telefonda çağrılar mesajlar...Neyse işlerimi hallettim, telefondaki aramaları ve mesajları yanıtladım. Acil grafik işi olduğundan benden yanıt bekleyen Mustafayı'da aramadan önce maillere bakarken günün şokuyla karşılaştım. Ender'den bi mail. Gözlerim fal taşı gibi açılmakla birlikte meraktan hemen maili açtım. Diğer acil mailleri önemsemedim bile...
Soru işareti bile konmamış anlamsız bir soru cümlesi.
Ona yazdığım onca şeye tek kelime bile etmezken kendi işleri için beni kullanmayı düşünebilmiş. Nasıl bu kadar yüzsüz olabiliyor? Böyle bir şeyi gerçekten düşündüğüne inanmak istemedim. Ama söz konusu olan Koca Bir Aptal işte... Bana durmadan neler yaptığının farkında değil! Tamam sevmiyorsun, tamam hadi nefret ediyorsun anladık ama neden beni kullanıyorsun. Eminim benden istediği şeyleri yaptırabileceği başka arkadaşları vardır. Neden ben? Sevdiğinden mi? Alakası yok. Selam sabah vermeden duygusuzca bişeyler istemek mi sevmek? Aptal sadece benle oyuncakları gibi oynayarak ağlatmaya devam ediyor...
Ahhh koşullar faklı olacaktı ki ben ona neler yapacağımı çok iyi bilirdim, ama dua etsin ki dokunmam bile yasak...
Mesajı okuyunca kafamda sadece, nasıl bi resim ne resmi istiyor ki benden? sorusu. Sonra ona sordum konuştuk vs. Eminim kendisi için dünyayı kurtarmak kadar önemli bi şeydir. Erkekler oyunları çok sever dimi? Elemanımız da işsiz olduğuna göre kafasını sadece ona gömerek rahatlıyordur herhalde. "Yaptığı bu işten para kazanabilir mi?" diye düşünmedim değil. Oyun kodlamak oldukça zor hele ki üzerine görselleri de kendisi ekleyecekse. Karakterler, mekan,ortam, animasyon... Tek başına altından kalkabilmesi çok güç Ozan gibi olmadığını var sayarsak. Yaptığı şey tam olarak ne ve kimlerle yapıyor bilmiyorum ama yinede oyun oluşturmak her baba yiğidin harcı değil işte, umarım halledebilir. Her neyse istediği şeyi koşullu olarak kabul ettim. Diğer türlü de yapabilirdim ama bu durum ondan haber almam için bir sebep olacaktı dolayısıyla reddetmek işime gelmedi. Zaten hemen yarın bile gitmemek için kendimi zor tutuyorum, o kadar çok görmek istiyorum ki ama gidersem beni kovmasından korkuyordum. Bu durumda kimin için gidebilirdim ki. Artık bi mazeretim var.
Her neyse diğer taraftan gelen işleri yetiştirmeye çalıştım, yaptıkça geldi yaptıkça geldi, kursa geç kalmaya başladım ve bilgisayarın başından kendimi zor attım.
Sonra yurttan çıktım, otobüse bindim, yolda enteresan bişey oldu. Otobüs seyir halindeyken yan taraftaki bir otobüsten bir kadın bizim otobüse bakarak önce el salladı sonra arkamda telefonda konuşan adama, "seni seviyorum, seni seviyorum, seni çok seviyorum, seni seviyorum... " dedi durdu valla. Başta akli dengesi olmadığını düşündüm ama kılık kıyafeti duruşu hiç öyle durmuyordu sonra adama baktım bir iki işaretle bir sonraki durakta inmesini söyledi. Sonra ikisi de Ulus'ta otobüslerden indiler. Uzun zamandır bu kadar romantik bir duruma rastlamamıştım. Durumun ne olduğunu bilmeden sadece gördüklerimden kendimce çıkardığım romantik anlam mutlu etti...
O değilde ben hangi ara Ender'in benden istediği resimleri yapabilirim ki? Ödevler, tez, mangalar, makaleler, grafik tasarımlar, okumam gereken kitaplar ve ezberlemem gereken onca kelime varken. Neyse buraya yazmaya nasıl fırsat buluyorsam bi şekilde ona da vakit ayırırım herhalde. Geceleri ona mı ayırsam?
Ooo az kalsın unutuyordum karşılığını alıcam ki ben bu işlerin. O halde havada karada yaparım resimleri, bu oldukça motive edici :)



Efsanedir, candır...

Gerçek müzik böyle bişey olsa gerek bütün hücrelerini ayağa kaldıran...

Çarşamba

Eğer onun benden uzak durmak istemesinin sebebi maddi sorunlarsa, ağzını burnunu kırılmış bilsin!
Anladığım kadarıyla Ender bir merkez. O kalıpta hareket ediyor ve başkalarının onu farketmesini bekliyor. Kimisi fark ediyor fakat beğenmeden sadece geçiyor. Kimisi belki merkezi kullanıyor, kimisi de belki Ender'in izniyle, belki de ona bile sormadan yerleşiyor. Ender'de onları kucaklıyor ve belki de çok seviyor.
Bense sürekli dolananlardanım. Durmadan birilerine çarpıyorum. Bişeyler arıyorum biraz olsun aradığımı ise buluyorum ama tatmin etmiyor. Sonra aramaya devam ediyorum aslında biliyorum ki tek istediğim merkeze girmek ama sadece bana özel örülü görünmez şeritlerden kurtulamıyorum. Bir kez girebilseydim çıkmak aklımın ucundan bile geçmezdi. Ben saldırmak isterken o ise istifini bozmuyor. Dolayısıyla saldıracak bir düşman bulamıyorum. Tüm bu çaba insanı gerçekten yoruyor. Sonra yine aynı şeyleri düşünüyorum; diğerleri gibi olsaydım çoktan merkezin tamda göbeğinde güneşleniyor olurdum. Onu umursamazdım, sadece tadını çıkararak severdim.
"Seni seviyorum" dediğinde saldırmalıydım, ama üzülmesinden korktum. Şimdi ise durum tam tersi. Gerçekten hiç sevmedi mi acaba? aslında bunun artık bi önemi yok, bu ihtimalin verdiği mutluluk aklımı başımdan yeterince aldı çünkü. Bu kadar büyü fazla bana...
Hiçbir şey görüldüğü gibi değil, aslında ne görüyoruz ki. Sadece sonsuzca hayal edelim. Bu en güzeli, belki bir gün böylelikle gerçekleştirecek gücü de bulabiliriz.

Pazartesi

19 Mayıs Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı

Sıhhıye'den Anıtkabir'e yalnız yürüdüm. Arkadaşlar uyanamadılar, kardeşimin de işleri olduğundan gelemedi. Üstelik fotoğraf makinamın şarjı da bir iki fotoğraftan sonra bitti. Bunun yerine gördüklerimin tadını çıkardım. Yalnızlığı severim bilirsiniz, çok eğlendim üstelik, hatta yaşlı ele ele yürüyen bi çiftin arkasına takıldım. Çok tatlılardı. Aklımdan geçenler vs. vs... Neredeyse Anıtkabir'e kadar onlarla birlikteydim. Hükümete sövdüm, çok iyi geldi. Üstelik yüzlerce belki binlerce insanla sövmek daha da iyi geldi. O an birçok şey hissediyorsunuz ve düşünüyorsunuz, biraz öfke, biraz heyecan, biraz cesaret, biraz güç, biraz bilinç, biraz iplerin elinde olduğunu düşünmek, biraz birlik, biraz sevinç, belki çok gurur, onur, sonsuz devrim, sonsuz bilim, ataya sonsuz saygı ve hükümete sonsuz nefret gibi... sonra sıradanlığın bile huzurlu olduğunu tekrar anlıyorsun... Sonra susadım ve bayağı yandım. Yurda döndüğümde nasıl yandığımı fark ettim. Hâlâ yüzüm hafifçe yanıyor. Ama olsun yinede her şey mükemmeldi ve değerdi. Her yerde TGB flamaları ve Türk bayrakları, bu durum beni fazlasıyla gururlandırdı, emek vermek güzel şey. Özellikle camlardaki yaşlı teyzeler. Onları gerçekten çok seviyorum. Slogan atarken, susarken, susamışken, güneşin altında pişerken, kocaman ağaçların altından gökyüzüne ve bulutlara bakarak yürürken, mozolenin başında Ata'ya selam verirken, avluda hitabeyi ve marşı söylerken, yanımdaki teyze bana ailesinin dedikodusunu yaparken bile beni sevmeyen Ender'i o kadar çok özleyerek sevdim ki.
Hep yanımda olsun istedim.
7 Mayıs 2013 Salı, Ozan ve Deniz'le tanıştım.

Çarşamba

Ölecekmiş gibi özlüyorum... Ender'in başkalarıyla beraber olmasının ne demek olduğunu bilen var mı? Herkes hayatına yön verebiliyorken yaa çok pis acıyo lanet olsun...

Konuşmaktan bile aciz olan bir insanı düşünmek benim huyum değil!
Ama nedense 2 yıl önce ki 1 Mayıs'ı mumla arıyorum.