Film ve dizi yorumlarımda spoiler bulunmaktadır. Tüm okurlarımın bilgisine.
Perşembe
Ah be Petrov!
"Bağlılıklarınızdan bu kadar çabuk vazgeçmeyin Petrov. Sadakat verilebilecek en güzel sözdür." Kurt Seyit ve Şura
(Çok hoşuma gittiyse demek ki not etmişim :) Sonuç olarak gel gör ki Petrov sadakatten vazgeçti.)
Samimi ve içten bence :) Çünkü Gerçekti
Keşke bu kadar güzel ve duyguları onu nereye sürüklerse o şekilde hareket eden bir insan olmasaydın. Böylece daha kolay vazgeçerdim senden.
(Bana göre en içten ama bi başkasına göre gereksiz ya da tarz olamayacak bi duygusallıkla saçmalanmış başka bi karalamam :).)
Söylenmiş olsaydı da bir şey değişmeyecekti :)
Evde kalınca kedi gibi duygusallaşan, dışarıya çıkınca dünyanın anasını sikmeye kalkan psikolojiye söyleyin, insanların canını yakmasın!
( :) Söylemek isteyip söyleyemediğim ama bi yerlere not ettiğim ve aylar geçince tekrar rastlayıp güldüren saçma salak karalamalarımdan biri.)
Sevginin akılla ne ilgisi var. Herkes hata yapar. Nerden çıkarıyorum bunları bilmem ki :)
"Sevgi nefreti doğurur"
Nasıl mı? Eğer sevdiğimiz insanı kaybedersek, durumu kabullenene kadar nefret duyarız kaybetmeyi sağlayan şeye. Nefret var olmalı, acı var olmalı. İnsanlar kinle, isyanla, acıyla, yalanla, entrikayla yaşamalı. Herkes birbiriyle savaş halinde olmalı. İşte o gün, herkes "barış" hasretiyle yanıp tutuşmalı.
Yolsuzluk ve yalanlar bir süre en doruk seviyesine ulaşmalı ki insanlar dürüstlük ve devrim taleplerinde gerçekçi ve ciddi tutumlar sergileyebilsinler. Dünyayı cennete çevirme isteğini ancak gerçek bir cehennem ateşi sağlayabilir. Çünkü her ne kadar yeryüzünün en akıllı canlıları olduğumuzu ve hatırlama kabiliyetimiz sayesinde ilerleme kaydettiğimizi söylesekte, insanlık adına gerçekçi tavırları topyekun sergilemekte hala güçlük çekiyoruz.
Fantastik fakat imkansız olmayan gerçek ise; barış, refah ve mutluluğun dünyaya hapsolup sonsuzlaşacağıdır...
Nasıl mı? Eğer sevdiğimiz insanı kaybedersek, durumu kabullenene kadar nefret duyarız kaybetmeyi sağlayan şeye. Nefret var olmalı, acı var olmalı. İnsanlar kinle, isyanla, acıyla, yalanla, entrikayla yaşamalı. Herkes birbiriyle savaş halinde olmalı. İşte o gün, herkes "barış" hasretiyle yanıp tutuşmalı.
Yolsuzluk ve yalanlar bir süre en doruk seviyesine ulaşmalı ki insanlar dürüstlük ve devrim taleplerinde gerçekçi ve ciddi tutumlar sergileyebilsinler. Dünyayı cennete çevirme isteğini ancak gerçek bir cehennem ateşi sağlayabilir. Çünkü her ne kadar yeryüzünün en akıllı canlıları olduğumuzu ve hatırlama kabiliyetimiz sayesinde ilerleme kaydettiğimizi söylesekte, insanlık adına gerçekçi tavırları topyekun sergilemekte hala güçlük çekiyoruz.
Fantastik fakat imkansız olmayan gerçek ise; barış, refah ve mutluluğun dünyaya hapsolup sonsuzlaşacağıdır...
Çarşamba
Bugün fena geçti... İnsanlık ölmüş olamaz diye kendimi kandırıyormuşum meğer.130 kişiden 1 ya da 2 kişi. Yok hayır kesinlikle 1 kişi. Belki ona bile rastlayamayabilirdim...
İnsanlığın vicdandan öte zihinle ilişkili bir durum olduğunu düşünüyorum hep. Çünkü karşı tarafı anlamaya çalışmak buna endeksli geliyor. Eğer bu düşüncemin haklılık payı varsa, toplumda aptal sayısı bi hayli kabarık. Bu durumun gençlerde yoğun olmasıysa daha feci...
İnsanlığın vicdandan öte zihinle ilişkili bir durum olduğunu düşünüyorum hep. Çünkü karşı tarafı anlamaya çalışmak buna endeksli geliyor. Eğer bu düşüncemin haklılık payı varsa, toplumda aptal sayısı bi hayli kabarık. Bu durumun gençlerde yoğun olmasıysa daha feci...
Cuma
Kabus
Kütüphanenin önünde ki kocaman ama kocaman ağacın altındayım. Hava yeni karamış. Etrafta iki büyük köpek geziniyor bana doğru yaklaşıyorlar sanırım.
Neyse içeri gitmeliyim. Kardeşim, babam.
-Baba merhaba.
Gülümsüyorum. Babam bazı işleri olduğundan Ankara'ya gelmiş. Ama yüzünde nedenini bilmediğim ters bakışlar ve giderek yumuşayan bir ifade var. Ses yok.
-İçeri geçelim.
Döner kapıyı geçiyoruz. Benim üst kata çıkmam gerekiyor.
-Yukarı çıkıcam, halletmem gereken işler var.
-Benim de var.
Kardeşimde benimle geliyor. Derken ağacın etrafında iki geç bir şeyler anlatıyorlar;
-Saçlarını görünce yaklaştık, hayvanlar parçalamış, dağılmış her yere.
(Ben miyim. Hayır! Hayır! Baba benim o! Baba)
Birileri içeriye gidiyor. Bende onlarla devam ediyorum. Babam öğreniyor. Donuk ve şok olmuş bir ifade ardından kararlı ve sakin olmaya çalışarak dışarı çıkıyor.
(O benim! Benim Baba gitme! Gitme baba! Neden kimse beni duymuyo!)
Camları elimden gelen en sert şekilde yumruklarken babam çıkıyor. Ben gitmekten vazgeçiyorum. Bir an o manzarayı görmekten korkuyorum.
Ardından kapının hemen önünde toplanan kalabalıktan biri "geçecek misin?" diye soruyor. Geçiyorum. Babam biraz ilerden yürüyor. Ağaca yaklaşıyoruz.
Ağacın hemen altında yardım eden biri daha var. Babam eline bir kürek almış ve ağacın dibini, mezar için kararlı bir ifadeyle açıyor. Soğukkanlı ve güçlü olmaya çalışan ifadesi beni daha çok etkiliyor. Etrafa saçılmış iç organları ve dehşet bir manzara.
(Hayır Baba Hayır! Lütfen Baba)
Cumartesi
Yalnız Kalmak
İnsanın hissetme duygusu müthiş bir şey. Yanılma payı yok denilecek kadar az. Başkaları var hayatında, benden soğudu ve eskisi gibi değil artık. Bunları hissedebiliyoruz...
Üstünden çok geçmiyo sen hislerinin gerçek olup olmadığını ona bi şeyler sorarak anlamaya çalışırken o soruları geçiştirip söylemek istediği zaman itiraf ediyor. "Hayatımda başka biri var"
Tarih 18 Ağustos 2014
Tamam diyorum bitti. Başkası olduğunu kabullenmek inanın çok ama çok ağır geliyo ama yinede bitti. Bitmeli...
İşin bu noktaya gelebileceğini anladığım bi akşam kız kardeşine mesaj attım geri dönmeyince merak edip face den ekledim konuştuk, dertleştik benimle hemen hemen aynı durumda olduğunu öğrendim ona destek olmaya çalıştım. Bana ayrıldığını söylemişti gerçekten üzülmüştüm. Sonra ben de abisiyle ayrıldığımda ona söyledim, bilmiyorum sadece o benimle durumunu paylaştığı ve bizim nasıl biteceğimizi merak ettiği için.
Sonuç daha da yaralayan gerçekler...
Hakettim mi? Onca çabama değdi mi? Ne geçti elime? Neler neler kaybettim? Tek kazanabildiğim ciddi anlamda derinden hissettiğim acı, acı ve acı.
Yaşadıklarımdan dersler çıkarmayı çok iyi biliyorum ama o kadar sarsıldım ki düşünme yetimi tamamen kaybettim, 2 gün konuşamadım, günlerce yemek yiyemedim, adam akıllı tek yapabildiğim ağlamak oldu.
Nefret etmek istedim hem de çok. Çok nefret etmek istedim...
Kız kardeşine çok şey borçluyum beni kendime getirebilmek için 1 saat dil döktü. Hatrımı sordu...
Neyse ki aile bunalımının içinden beni kurtarabilen gerçek kahramanım Yasemin oldu.
Ağustos 22 akşamı Trabzon'dan Ankara'ya döndük. 5 gün kaldık, gezdik, içtik biraz, biraz eğlendik, muhabbet sohbet derken çarşamba günü akşam 6 gibi İstanbul'a bilet aldık. Ben ciddi anlamda niyetli değildim gitmeye ama belki bi tokat atarsam rahatlarım diye düşünmedim değil. Hatta ilk günlerde hiç habersiz iş yerine gidip, tokat atıp masasının üzerinde ki monitörleri parçalamak o telefonunu duvarlara, olmadı sokağa fırlatmak sonra saçlarından tutup öbür kızın yanına getirmek, sonra iki tane de en sağlamından ona patlatmak. Dahası da var onunla hiç binemediğimiz vapura binmek ve onunla birlikte intihar etmek ikna olmazsa tek başıma atlamak. Bunu gerçekten yapmak istedim...
Ama gerçekte olan ise şöyle; 29 ağustos cuma akşamı kız kulesinin karşısında şaçma sapan bi ortamda çay içerken Yasemin eğer görmek istiyorsan ara gelsin dedi. Görmek istediğimi biliyordu. Bende aradım, açmadı. Kız kardeşini aradım, o bir ya da iki gün önce beni sevgilisinin durumundan haberdar edeceğini söylemişti ama henüz aramamıştı telefonu açtı konuşmaya başladık, anlatmaya başladı sonra beni sordu söyledim. Misafır etmeden göndermem dedi, gelmeye çalışırım dedim, çalışma gel dedi, peki dedim, özetle merakından mı neden bilmiyorum ısrarcı davrandı ve kapattık. Yasemin le konuştuk sen bilirsin dedi. İlk kez vapura bindik. Haremden Eminönü'ne geçerken Ender aradı durumu söyledim kapattık.
Ertesi gün Yasemin'le Avcılardan kalkıp Kirazlıtepe'ye geçtik ve nihayet o çok ama çok merak ettiğim Ender'in evine girdim. Biraz köy evi gibiydi. Küçücük göt kadar bi mutfak, kapının arkasında siniler, giriş kısmının duvarında kıyafetler. Balkonda yamuk yumuk duran tele asılmış çamaşırlar. Aslında büyük bi ev 3 katlı. Ama tipik şalpazarı evi eşyalar bakımından yani.
Neyse kahvaltı hazırlamaya koyulduk, patatesleri soymaya başladım bi süre sonra Ender aradı.
-Nerdesin?
-Alt kattayım.
-Gelsene yukarı.
-Tamam, ellerimi yıkayayım gelirim.
Sonunda!
Sonunda Ender'in odasını görücem.
Sonunda...
Bitmiş bir ilişkinin ardından, buna hala sevinmemin aptallığı da cabası...
Bitmiş bir ilişkinin ardından, buna hala sevinmemin aptallığı da cabası...
Ellerini yıka ve oturma odasından küçük boşluktan sola dön, merdivenleri çık, tekrar sola dön. Kaç tane olduğunu sayamadım ama tahminen 4 ya da 5 oda kapısı vardı.
-Ses ver!
Açılan bi kapı sesi arkamı döndüm, burdasın demek...
Ender:
-Sarılmıcak mısın?
-Sarılmam mı gerekiyo?
Amannn neyse salla vari bi hareketle içeri girdi.
-Gelsene.
Boğazım düğümlendi, kısa bi süreliğine nefes alamadım, gözlerim doldu, onun telefonu çaldı, sakinleşebilmek için arkamı döndüm ve biraz bekledim.
Konuşmasını bitirdi ve oturduk ve bana ne yapmak istiyosan onu yap dedi. Bende saçından tutup bi tokat attım. O güzelim saçlarını çektim, sadece öpmek istediğim güzel yanağına vurdum, biraz poposuna vurmaya çalıştım. Biraz olsun rahatladım ama yapmak istediğim bu değildi. Zaten ne kazandırırdı ki? Senin olmaktan çoktan vazgeçmiş birinde neyi değiştirirdi?
Biraz tartıştık hiç verimli bi tartışma değildi çünkü kafamı onun yanında hiç çalıştıramıyorum. Salağım yaa ben işte ondan. Hatıra kutularını gösterdi onun için çok değerli olan. Ve bundan ne çıkardığımı sordu. Sonra çok sevdiğini ama geçtiğini söyledi. Mesela benim için bir türlü geçemediğini söylemeyi akıl edemedim. Uslu uslu dinledim...
Sonra kızlar kahvaltıya çağırdı, indim bi şeycikler atıştırdım. Modeme bağlanmamız gerekti tekrar yanına çıktım. Bi film açmış, söz yerindeyse karşısına kurulmuş, yüksek sesle izliyo. Kapıya vurmamı bile duymadı. O şifreyi girerken ben kendimi tutmaya çalıştım ama olmadı. Yüzünü biraz mıncıkladım biraz sarıldım,döndüm. Çıkarken benden Ice Tea istedi. Sonra getirdim yanına oturdum, sonra oturduğu koltuğa geçtim, sarıldım, sarıldım, kokladım. Bütün gün orda kalabilirdim. Bütün gün onu öpüp, koklayabilirdim. Bütün gün suratımı o misler gibi kokan buynuna gömebilirdim. Sanki aç, susuz bile kalsam bütün gün onu sevebilirdim. Ertesi gün için ne yapacağını sordum "sen bilirsin, işler bana kalınca suçlu ben oluyorum dedi" Onu ne zaman, nerde ve hangi mevzuyla şuçladığımı hatırlamaya çalıştım ama gerçekten bulamadım neyse vardır belki bi şey deyip geçtim. Benimle görüşmeye pek niyeti yok gibi geldi ve çıkarken "eminim görüşmiceksin" dedim.
Kız kardeşiyle bi kafeye gittik bana mesaj atmış "Silivriye gidebiliriz" diye. İnternet paketim olmadığı için cevap yazamadım. Kardeşi benden yaz dedi bende "gidebiliriz" yazdım. O da kardeşine "Sana mı sordum götüm" diye cevap verdi. Gülüştük..
Kardeşine hazırlanma mı söylemiş. Beni 11 e doğru aradı ben Çorlu'dayım tabi. Bende döndüğümde sana haber veririm ona göre bi şeyler yaparız dedim. 2 arabasıyla Avcılara döndük ona söyledim hazırlandı bende üst baş satın aldım, duşumu yaptım, hazırlanıp çıktım. Avcılara varmak üzereyken beni aradı ve gitmesek mi tarzında bi şeyler söyledi bana saçma geldi çünkü onca yolu gelip bi şey yapmadan dönmek... bilemedim.
Neyse yanına geçtim devam ettik Silivri'ye doğru. Çorludan dönerken Silivri, Avcılar arası bir saat tutmuyordu ama Mocamp daha fazla tutuyormuş. Bi kaç araç değiştirdikten sonra ancak varabildik. Bunun sorumlusu ben oldum. Orda patates kızartması yedi, birer ıce tea içtik. (Ice Tea benim için artık içki gibin bi şey oldu :) ) Sonra döndük, denize girebilmek için bikini giymiştim oysa, neyse uçtu gitti. Ondan bana bi hatıra kalması için video çekecektim o bir şeyler atıştırırken aklıma geldi aslında ama "yemek yiyorum çekme şunu" deyip kızmasından korktum ve o yedikten sonra çekerim diye düşünmüştüm ama kalkalım dedi ve kalktık. Yolda intihardan bahsettik bende neler yaşadığımı ucundan anlattım ve suçlu yine ben oldum, olayları büyütüyormuşum. Bu yetti bana ve gerçekten öyle mi yapıyorum diye düşünmeye başladım sonra sıkılıp hiç bi şey düşünmemeye çalıştım. Onun deyimiyle anı yaşamalıydım bu yüzden biraz boynuna yapıştım ama bu an kısacık, çok kısa, bu kısalıkta ben nasıl doyabilirim. Olmuyo amk. Neden beni sürekli bıraktığını sordum anlamazsın dedi. Anlat dedim tekrar tekrar. Verdiği cevap "o köpürtmesi". Sonuç onu anlayamayacağımı düşünmesi ya da anlarsam ortaya çok hoş şeyler çıkmayacağını bilmesi. Beni Kevser'in evinin önüne kadar bıraktı bırakırken biraz azdı sonraki akşam başka biriyle birlikte oldu.
Hayatımda ki en büyük mutluluk ve huzur, yalnız kalmak...
Çarşamba
Pazartesi
Karelerle Hikayeler, Üstelik Sözsüz. Bunu Kim Bilebilirdi Ki :)
08-18/07/2014
10 GÜN
Hala pek sevemesem de İstanbul, fazlasıyla sevdiğim O ve bana yeni ufuklar açan, hayalini kurduğum şeylere ulaşmamı kolaylaştıran İş.
Aptalım ben yaa, harbiden aptalım...
Çünkü kaybetme telaşıyla hala saatlerce ağlayabiliyorum ama bu kez aralıklarla, eskisinden farksız ve içim büyük parçalara ayrılarak...
10 GÜN
Hala pek sevemesem de İstanbul, fazlasıyla sevdiğim O ve bana yeni ufuklar açan, hayalini kurduğum şeylere ulaşmamı kolaylaştıran İş.
Aptalım ben yaa, harbiden aptalım...
Çünkü kaybetme telaşıyla hala saatlerce ağlayabiliyorum ama bu kez aralıklarla, eskisinden farksız ve içim büyük parçalara ayrılarak...
Cuma
Perşembe
Pazar
Kararlılık
İşler sarpa sarıyor. Nisan 9 da Ankara'dan İstanbul'a Ender'in yanına gitme planları suya düştü.
Sebepler;
Hastalandım,
Kardeşlerim ve arkadaşlarıyla ilgilenmek zorunda kaldım,
Param bitti,
Ödevlerimi toparlayamadım, hele tez sorma...
Ama en kötüsü 2 gün sancı çekmemdi. Onu da geçtim Ender benimle konuşmayı yine kesti.
Artık alışkanlık oldu, bünyem eskisi kadar perişan olmuyor ama içinde, "her şey eskisi gibi mutlu ve huzurlu olacak" deme gücünü pek bulamıyorsun.
Neyse en azından uyuyan bir şeyler uyandı. Yaklaşık 2 yıl sonra bir rota var artık. Hiç sevmediğim bir şehirde sırf dilediğim zaman görebilmek için yaşamak istiyorum. Üstelik bu kez daha sağlam delillerim var ve daha umarsız hislerim...
Ve başarıcam!
Sebepler;
Hastalandım,
Kardeşlerim ve arkadaşlarıyla ilgilenmek zorunda kaldım,
Param bitti,
Ödevlerimi toparlayamadım, hele tez sorma...
Ama en kötüsü 2 gün sancı çekmemdi. Onu da geçtim Ender benimle konuşmayı yine kesti.
Artık alışkanlık oldu, bünyem eskisi kadar perişan olmuyor ama içinde, "her şey eskisi gibi mutlu ve huzurlu olacak" deme gücünü pek bulamıyorsun.
Neyse en azından uyuyan bir şeyler uyandı. Yaklaşık 2 yıl sonra bir rota var artık. Hiç sevmediğim bir şehirde sırf dilediğim zaman görebilmek için yaşamak istiyorum. Üstelik bu kez daha sağlam delillerim var ve daha umarsız hislerim...
Ve başarıcam!
Pazartesi
20 Şubat 2014 tarihinde twitterdan bana yazmış. Ben de 24 Şubat tarihinde yanıtlamışım. 25 Şubat akşamı beni aradı ve 26 Şubat 2014 de kararımın olumsuz olduğunu söylemişim. Bugün tarih 24 Mart 2014 ve hala kararsızım. 25 Mart tapesini görelim bakalım. Belki dünya başka türlü kurulur da her şey başka türlü olur. :P
Perşembe
Dönüşüm
Çok enteresan değil mi her şey? Ender benimle eve çıkma hayalleri kuruyo. İşin ilginç tarafı ben hala akıllanmadım. Hayır diyemiyorum ve nedense çok istiyorum. Diğer yandan bunu yapmak intihardan farksız!
Tanrı'nın kaytarmaya çalıştığını düşünmüştüm, beni yalnız bıraktığını. Ne bu şimdi ikili birli oynuyo. Onu kırmak istemediğimi biliyorsun ama merak etme son bi kez görüp durumu anlatıcam. Onun başını da yakmak istemediğimi gayet iyi biliyon.
Teke tek savaşalım bebeğim.
Var olmamanı ne çok isterdim...
Tanrı'nın kaytarmaya çalıştığını düşünmüştüm, beni yalnız bıraktığını. Ne bu şimdi ikili birli oynuyo. Onu kırmak istemediğimi biliyorsun ama merak etme son bi kez görüp durumu anlatıcam. Onun başını da yakmak istemediğimi gayet iyi biliyon.
Teke tek savaşalım bebeğim.
Var olmamanı ne çok isterdim...
Cuma
Çarşamba
Hayat, öylesinden, böylesinden, yenisinden ya da eskisinden. En acılısından yahut en rahatından artık başka türlü bu insafsız.
Her şey ve herkes sarhoş. Akıyor, içi boşalırcasına.
Bazen hastalanıyorum, içimden onu yanımda istemek geliyor
sonra ona kıyamıyorum onu dileme düşüncesinden bile vazgeçiyorum.
Ne kadar şizofrenik değil mi?
Kendime ben de çok gülüyorum.
Ne düşünmem gerektiğine bile müdahale varsa, hayal kuramıyorsam bu hayatın benim olmasının ne anlamı var.
ÇOK ŞANSLISINIZ ÇOK kıymetini bilin deli gibi uçuşan düşüncelerin. Özgürlüğünüzün.
Her şey ve herkes sarhoş. Akıyor, içi boşalırcasına.
Bazen hastalanıyorum, içimden onu yanımda istemek geliyor
sonra ona kıyamıyorum onu dileme düşüncesinden bile vazgeçiyorum.
Ne kadar şizofrenik değil mi?
Kendime ben de çok gülüyorum.
Ne düşünmem gerektiğine bile müdahale varsa, hayal kuramıyorsam bu hayatın benim olmasının ne anlamı var.
ÇOK ŞANSLISINIZ ÇOK kıymetini bilin deli gibi uçuşan düşüncelerin. Özgürlüğünüzün.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)