Film ve dizi yorumlarımda spoiler bulunmaktadır. Tüm okurlarımın bilgisine.
Salı
2014
Hepinize bol duygusuz yıllar gençler. Mümkünse dokunmayın, hissetmeyin sonra kötü oluyo. Daha güçlü olmak isteyenler siz dilediğinizi yapın.
"!'/({[.]})\'!" Puhaha
Ender öldü Tanrım. Tanrı öldü gençler :D
Özgürlüğümü ilan ediyorum.
Ender öldü .
21.12.2013 Cumartesi
Özgürlüğümü ilan ediyorum.
Ender öldü .
21.12.2013 Cumartesi
Pazar
1. Raund
Hımm en son ne demiştim "o benden kurtulmak istiyo". Tahminimde haklıymışım 13.12.13 Cuma akşamı aradım konuştuk denemiş ama olmuyormuş. Olabilir insanlık hali :) Sanırım o çekildi yani önü açık. Umarım gerçekten ne kadar şanslı olduğunu bir gün anlar. Bırakmıcam demiştim di mi? Şu an için zaten bırakmak mümkün gözükmüyor onu aramıyor, mesaj atmıyor olabilirim yani rahatsız etmiyor olabilirim ama bu bıraktığım anlamına gelmez.
Bırakamam gençler...
Ama emin olun saplantılı veya bağımlı bir insan değilim. O vazgeçilmeyecek bir insan da değil. Bırakmıcam çünkü başladığım savaşı bitirmek istiyorum. Bu Tanrı'ya karşı alınmış bir savaş ve sanırım O kaytarmaya çalışıyo. Beni yalnız bırakması sorun değil hatta bu daha lezzetli olacak. En azından bugüne kadar hayatıma giren en değerli insanı korumuş olucam. Şimdi olay daha da zevkli ve elverişli hale gelmeye başladı...
Kim kazanacak görücez. Tanrının sahadaki kuralları mı yoksa benim sapkın bilgilerim mi?
Ov Tanrım var olmamanı ne çok isterdim...
Bırakamam gençler...
Ama emin olun saplantılı veya bağımlı bir insan değilim. O vazgeçilmeyecek bir insan da değil. Bırakmıcam çünkü başladığım savaşı bitirmek istiyorum. Bu Tanrı'ya karşı alınmış bir savaş ve sanırım O kaytarmaya çalışıyo. Beni yalnız bırakması sorun değil hatta bu daha lezzetli olacak. En azından bugüne kadar hayatıma giren en değerli insanı korumuş olucam. Şimdi olay daha da zevkli ve elverişli hale gelmeye başladı...
Kim kazanacak görücez. Tanrının sahadaki kuralları mı yoksa benim sapkın bilgilerim mi?
Ov Tanrım var olmamanı ne çok isterdim...
Cuma
Enderus Duracalus'un 28. doğum günü. Vatanımız milletimiz için hayırlara vesile olur inşallah
Selam millet,
Uzun bir metin yazmıştım aslında, olanları anlattığım ama yayınlamaya cesaret edemedim. 7 Aralık 2013 Ender'in doğum günü :) beraberdik. 6 Aralık cuma günü akşamı istisnasız her şey, böyle farklıydı, yumuşaktı, lezzetliydi, sıcaktı ve nedense huzur vericiydi... Onunla beraberken ağzım defalarca doldu ama bi türlü açamadım. Aslında amacım onu bütün gün mutlu etmekti ama aklımdakileri bir türlü anlatamayınca kendimi eğlenceye de veremedim. Olsun be, onun yanındayken hayat başka çalışıyor, tersine işliyor sanki. Yani şey, nasıl desem zaman kavramı durağanlaşıyor ilerlemeyi terk ediyo sanki. Ve öyle duruyor ki, her şey sakinleşiyo bütün sinirler, dertlerin, söylemek istediklerin... Bunların önemi kalmıyo ve sanki bu durgunluk anlamlanıyo ve sakin bi sonsuzluğa dönüşecekmiş gibi oluyo... Henüz çözemedim, o an düşünmekten ziyade yaşamayı tercih ediyosun. Çocuklar gibi. Sizce de öyle mi acaba?
Her neyse ona doyamıyorum. Bir insanın her zerresi özlenir mi? Her noktası ve her şeyi... Sadece yüzü ve bedeni de değil. Sesi, düşünceleri, tepkileri her şeyini özlüyorum. Kendimi başka şeylere veremediğimde ve şiddetle aklıma düştüğünde hasretinden boğulup ölecekmişim gibi geliyo. Bu kadarı fazla değil mi? Bi yerde bi hata var bu kadar sevmemeli insan. Sonra kendine zarar verebilir di mi? Ama ne yapayım dayanamıyorum ve ben sanırım onu hak etmiyorum. Yinede her ne olursa olsun şimdilik bırakmamaya kararlıyım. Nereye kadar gidebileceğimi merak ediyorum. Ah artık kendini yumuşak ve vücuda yerleştirilebilen bi şeyden yaptırsın ve onu şöyle içimin yani göğsümün en dibine yerleştireyim ya. Ancak öyle rahatlayabilirmişim gibi geliyo. Ya hiç rahatlayamazsam? Naparım lan :( Neyse, bakalım ne olcak...
Ha bi de sanırım o benden kurtulmak istiyo
Perşembe
Pazar
Gençler, tam diyorsunuz ki "her şey bitti, tamam bu kadarmış". Dayanılmaz bir acıyla ondan vazgeçiyorsunuz. Ama o yine de bir yerlerden çıkıp hayatınıza tekrar giriyo zaten siz çıkarma niyetinde değilken üstelik.
Sonrası malum, bir fedai gerekli bu işe ve seve seve atılıyorsunuz zaten içinde dolandığınız o kuyunun en ücra köşelerine.
Ben artık bir fedaiyim. Neleri değiştirebilirim, ne yapabilirim hep birlikte görücez...
Sonrası malum, bir fedai gerekli bu işe ve seve seve atılıyorsunuz zaten içinde dolandığınız o kuyunun en ücra köşelerine.
Ben artık bir fedaiyim. Neleri değiştirebilirim, ne yapabilirim hep birlikte görücez...
Pazar
26.09.2013 tarihinde nihilizmin ana kahramanın ya da diğer bir değişle içinde bulunduğumuz ve giderek daha da saçmalaşan bilgisayar hegemonyasının avangardlarından olan Enderus Duracalus, istem dışı kendiyle baş başa kaldığı saatlerde benim telefonumu dürttü. Pek anlam veremediğim bu dürtüş benim her zaman ki gibi kendime has hissiyatlarımın verdiği hazla pek verimli olmasa da mutluluk vericiydi. Bana göre. Ertesi akşam biraz mailleşme. Sonraki akşam mesajlaşma bir sonraki akşam boş, bundan sonrasını bilmiyorum ama herşey ona kalmış.
Eğer bu durumu ben ele alırsam onun anasını ağlatırım. Sürekli ararım, düşüncelerimi anlatırım, ona durmadan sorular sorarım, göndermek istediğim şeyleri gönderirim, onu da geçtim her boş anımda yanına giderim, her yaptığım işi sorup fikrini alırım falan filan... Bunların hepsini ve daha fazlasını da yaparım. Bunu biliyorum, yaparım, eminim. Sonra durup kendime bakıyorum ya sonra? Bunu düşünerek mi yaşamalı, düşünmeden mi? Daha önce onu düşünmeden onca şey söyledim ve onun üzüldüğünü anladıkça sanırım ben ondan daha çok üzüldüm. Bu kez de öyle olsun istemiyorum. Bu yüzden daha temkinli davranmak istiyorum. Ne olur, ne değişir, iyi mi yapıyorum kötü mü, hiç bilmiyorum. Rahatsız etmeden ilerleyelim, bakalım o ne yapıcak? Merak ediyorum.
Diğer yandan, hastayım gençler. Ona burdan iyi bir iş bakıcam ama bu halde beni görmesini istemiyorum. Çok zayıfladım ve her yerimde lekelerim var artık. Üstüne ruh sağlığımda çok iyi değil. Alttan dersim var, atölye dersim var ve yazılması gereken bir tezim var. Ayrıca verilmesi gereken bir sınavım. Ne yaparım bilmiyorum. O Ankara'ya gelirse onunla ilgilenebilir miyim? Nasıl yaşarız onu da bilmiyorum ama yüksek ücretli güzel bir iş bulmaya niyetliyim. Umarım olur.
Burdan duyurulur eğer bilgisayardan anlayan ve web tasarım yapabilen bir arkadaşa ve/veya elemana ihtiyaç duyarsanız bana ulaşın.
Eğer bu durumu ben ele alırsam onun anasını ağlatırım. Sürekli ararım, düşüncelerimi anlatırım, ona durmadan sorular sorarım, göndermek istediğim şeyleri gönderirim, onu da geçtim her boş anımda yanına giderim, her yaptığım işi sorup fikrini alırım falan filan... Bunların hepsini ve daha fazlasını da yaparım. Bunu biliyorum, yaparım, eminim. Sonra durup kendime bakıyorum ya sonra? Bunu düşünerek mi yaşamalı, düşünmeden mi? Daha önce onu düşünmeden onca şey söyledim ve onun üzüldüğünü anladıkça sanırım ben ondan daha çok üzüldüm. Bu kez de öyle olsun istemiyorum. Bu yüzden daha temkinli davranmak istiyorum. Ne olur, ne değişir, iyi mi yapıyorum kötü mü, hiç bilmiyorum. Rahatsız etmeden ilerleyelim, bakalım o ne yapıcak? Merak ediyorum.
Diğer yandan, hastayım gençler. Ona burdan iyi bir iş bakıcam ama bu halde beni görmesini istemiyorum. Çok zayıfladım ve her yerimde lekelerim var artık. Üstüne ruh sağlığımda çok iyi değil. Alttan dersim var, atölye dersim var ve yazılması gereken bir tezim var. Ayrıca verilmesi gereken bir sınavım. Ne yaparım bilmiyorum. O Ankara'ya gelirse onunla ilgilenebilir miyim? Nasıl yaşarız onu da bilmiyorum ama yüksek ücretli güzel bir iş bulmaya niyetliyim. Umarım olur.
Burdan duyurulur eğer bilgisayardan anlayan ve web tasarım yapabilen bir arkadaşa ve/veya elemana ihtiyaç duyarsanız bana ulaşın.
Cumartesi
Annem: Ben senin nasıl düşündüğünü anlıyorum.
Ben: Nasıl düşünüyormuşum?
Annem: Dünyayı yıkıp yeniden kurmak istiyorsun.
Ben: Nasıl anladın? Nerden çıktı?
Annem: Şeklinden, şemalinden, duruşundan her şeyinden belli. Ne sen ne de ben bunu yapamayız kızım. Böyle gelmiş böyle gider...
Not: Annemle hiçbir şeyimi paylaşmam. Gerekmedikçe de pek konuşmayız. 9 kilo birden verdim. Sınavdan istediğim notu alamadım. Değiştiremediğim ve hiç değişmicek olan bir şeyin varlığını hala kabullenemiyorum ve bu sebeple sıklıkla intiharı düşünmeye başladım ve planlar yapmaya koyuldum. Belki böylelikle bir şeyler benden sonrakiler için değişebilir düşüncesi hakim. Kafamı toparlayamadığımı fark ettim ve sonuç; doktor ve antidepresanlar.
Ben: Nasıl düşünüyormuşum?
Annem: Dünyayı yıkıp yeniden kurmak istiyorsun.
Ben: Nasıl anladın? Nerden çıktı?
Annem: Şeklinden, şemalinden, duruşundan her şeyinden belli. Ne sen ne de ben bunu yapamayız kızım. Böyle gelmiş böyle gider...
Not: Annemle hiçbir şeyimi paylaşmam. Gerekmedikçe de pek konuşmayız. 9 kilo birden verdim. Sınavdan istediğim notu alamadım. Değiştiremediğim ve hiç değişmicek olan bir şeyin varlığını hala kabullenemiyorum ve bu sebeple sıklıkla intiharı düşünmeye başladım ve planlar yapmaya koyuldum. Belki böylelikle bir şeyler benden sonrakiler için değişebilir düşüncesi hakim. Kafamı toparlayamadığımı fark ettim ve sonuç; doktor ve antidepresanlar.
Perşembe
TURGUT UYAR / GÖĞE BAKMA DURAĞI (MUSTAFA ALTIOKLAR & IREM CANDAR / GITMEDEN ÖNCE)
GÖĞE BAKMA DURAĞI
İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım
Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından
Bebe dişlerinden güneşlerden yanab otlarından
Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar
Şu aranıp duran korkak ellerimi tut
Bu evleri atla bu evleri de bunları da
Göğe bakalım
Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından
Bebe dişlerinden güneşlerden yanab otlarından
Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar
Şu aranıp duran korkak ellerimi tut
Bu evleri atla bu evleri de bunları da
Göğe bakalım
Falanca durağa şimdi geliriz göğe bakalım
İnecek var deriz otobüs durur ineriz
Bu karanlık böyle iyi afferin Tanrıya
Herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum
Hırsızlar polisler açlar toklar uyusun
Herkes uyusun bir seni uyutmam bir de ben uyumam
Herkes yokken biz oluruz biz uyumayalım
Nasıl olsa sarhoşuz nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda
Beni bırak göğe bakalım
İnecek var deriz otobüs durur ineriz
Bu karanlık böyle iyi afferin Tanrıya
Herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum
Hırsızlar polisler açlar toklar uyusun
Herkes uyusun bir seni uyutmam bir de ben uyumam
Herkes yokken biz oluruz biz uyumayalım
Nasıl olsa sarhoşuz nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda
Beni bırak göğe bakalım
Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım
Tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum
Bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi
Sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor
Seni aldım bu sunturlu yere getirdim
Sayısız penceren vardı bir bir kapattım
Bana dönesin diye bir bir kapattım
Şimdi otobüs gelir biner gideriz
Dönmeyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç
Bir ellerin bir ellerim yeter belleyelim yetsin
Seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat
Durma kendini hatırlat
Durma göğe bakalım
Tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum
Bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi
Sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor
Seni aldım bu sunturlu yere getirdim
Sayısız penceren vardı bir bir kapattım
Bana dönesin diye bir bir kapattım
Şimdi otobüs gelir biner gideriz
Dönmeyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç
Bir ellerin bir ellerim yeter belleyelim yetsin
Seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat
Durma kendini hatırlat
Durma göğe bakalım
Turgut UYAR
Şarkı Sözü: Mustafa Altıoklar
Beste & Vokal: İrem Candar
Beste & Vokal: İrem Candar
Cuma
Çarşamba
İnanmakta hâlâ zorlanıyorum.
İnsanlar durmadan basit aşk hayatlarını ve dertlerini gözüme sokuyorlar. Bıktım usandım artık tüm bu ŞUURSUZ VE HASTA RUHLU insanlardan.
Lan bi siktir olun yaa önce terk et sonra nappttıımmm ben tripleri. Sanki hiç telafi edilemezmiş gibi, bu kadar basit olmak zorunda mısınız? Sizin acizliğinizden kaynaklanan dertlerinizi sikim. Aşkın ne olduğunu bilmeden sızlanan insanlardan USANDIM!
İnsanlar durmadan basit aşk hayatlarını ve dertlerini gözüme sokuyorlar. Bıktım usandım artık tüm bu ŞUURSUZ VE HASTA RUHLU insanlardan.
Lan bi siktir olun yaa önce terk et sonra nappttıımmm ben tripleri. Sanki hiç telafi edilemezmiş gibi, bu kadar basit olmak zorunda mısınız? Sizin acizliğinizden kaynaklanan dertlerinizi sikim. Aşkın ne olduğunu bilmeden sızlanan insanlardan USANDIM!
Pazar
Bu kadarmış
Bilemezsiniz, bilemezsiniz kimse bilemez! Nasıl yandığımı, nasıl acıdığını, nasıl nasıl parçalara ayrıldığımı... Dayanamıyorum artık!
Cumartesi
Durum imkansız kaldıkça benim ayrılmam da imkansız!
"Tam olarak tanımlanamaz. 'Aşk' hissi bir yerlerden çıkar gelir. Başkaları karşı çıksa bile, kendin de kabul edemediğini bilsen bile.. Bir kez bu hissin farkına vardıktan sonra, durduramazsın."
Bir animedenmiş ama ismini bilmiyorum. Sakura adındaki bir karakter söylüyormuş bu repliği. Ben de aynısını diyecektim ama tam olarak aynısını. Animeler candır.
Aşk mevzusunda ne kadar anlatsakta, yazsakta, çizsekte hepsi boş. Tüm bahaneler, mantıklı görünen sebepler, her şey ama her şey, en sessiz kalınan anda kulakları sağır eden çığlıklara dönüşüyor. Bu sebeple aşkın bir "çünkü"sü yok!
"Tam olarak tanımlanamaz. 'Aşk' hissi bir yerlerden çıkar gelir. Başkaları karşı çıksa bile, kendin de kabul edemediğini bilsen bile.. Bir kez bu hissin farkına vardıktan sonra, durduramazsın."
Bir animedenmiş ama ismini bilmiyorum. Sakura adındaki bir karakter söylüyormuş bu repliği. Ben de aynısını diyecektim ama tam olarak aynısını. Animeler candır.
Aşk mevzusunda ne kadar anlatsakta, yazsakta, çizsekte hepsi boş. Tüm bahaneler, mantıklı görünen sebepler, her şey ama her şey, en sessiz kalınan anda kulakları sağır eden çığlıklara dönüşüyor. Bu sebeple aşkın bir "çünkü"sü yok!
Çarşamba
"Zaten çıplaksınız. Yüreğinizin sesini dinlememek için hiçbir neden yok. ...ölüm hayatın en güzel icatlarından birisi. Hayatın değişim ajanı. Zamanımız kısıtlı bu yüzden başkalarının hayatını yaşayarak onu harcamayın. Başkalarının düşüncelerinin sonuçlarıyla yaşama dogmasına takılıp kalmayın. Başka insanların fikirlerinin gürültüsünün kendi kalbinizin sesini duymanızı engellemesine izin vermeyin. Ve en önemlisi kalbinizin ve sezgilerinizin yolundan gidecek cesarete sahip olun. Kalbiniz ve sezgileriniz ne yapmak istediğinizi bilirler. Bunun dışındaki her şey ikinci planda. Aç kalın. Budala kalın!"
Söyleyin, anlatın, konuşun ve daha fazla konuşun...
Salı
Geeennnçççleeerrr aslında çok güzel haberim var!
Sadece kendim için yaşadığımı varsayarsam eğer, o kadar güzel şeyler ki bitmesin istiyorum. Ama biteceğinden yada bitirileceğinden adım gibi eminim. Biliyorsunuz işte nasıl imkansız olduğunu satır satır anlatmıştım. Bu durumu kabullenemediğimi, Ender'in beni bu sebeple sevmesini istemediğimi vs. vs. Ama işte geçtiğimiz günlerde yaptığım bir kodda verdiğim mesaj gibi sanırım gerçekten gerçek aşkı bastıramıyoruz.
Ender'le konuşuyoruz ve ona hâlâ aşığım, o da beni seviyormuş. Durum şimdilik böyle. :D
İnanılmaz derecede mutluyum ve durmadan sırıtıyorum. Bende bir aptallıktır gidiyor anlayacağınız. Ne kadar sürer kestiremiyorum. Sonra nasıl olur, nasıl bitirilir emin değilim. İçim şevkle dolup taşıyor sürekli. Daha iyi olması için elimden gelen her şeyi yapmak istiyorum. Bu belki sınavı geçince göreve başlayıp ilk fırsatta onu da alarak gözden uzak bi ülkede yaşamak olabilir. Bizimkilere çaktırmadan ve gönüllerini hoş ederek.
Yada onun başkalarıyla olmasına izin vererek...
Sadece kendim için yaşadığımı varsayarsam eğer, o kadar güzel şeyler ki bitmesin istiyorum. Ama biteceğinden yada bitirileceğinden adım gibi eminim. Biliyorsunuz işte nasıl imkansız olduğunu satır satır anlatmıştım. Bu durumu kabullenemediğimi, Ender'in beni bu sebeple sevmesini istemediğimi vs. vs. Ama işte geçtiğimiz günlerde yaptığım bir kodda verdiğim mesaj gibi sanırım gerçekten gerçek aşkı bastıramıyoruz.
Ender'le konuşuyoruz ve ona hâlâ aşığım, o da beni seviyormuş. Durum şimdilik böyle. :D
İnanılmaz derecede mutluyum ve durmadan sırıtıyorum. Bende bir aptallıktır gidiyor anlayacağınız. Ne kadar sürer kestiremiyorum. Sonra nasıl olur, nasıl bitirilir emin değilim. İçim şevkle dolup taşıyor sürekli. Daha iyi olması için elimden gelen her şeyi yapmak istiyorum. Bu belki sınavı geçince göreve başlayıp ilk fırsatta onu da alarak gözden uzak bi ülkede yaşamak olabilir. Bizimkilere çaktırmadan ve gönüllerini hoş ederek.
Yada onun başkalarıyla olmasına izin vererek...
Pazartesi
"Şeytanı dinleyen bir nefis, kusurunu görmek istemez: görse de, yüz te'vil (yorumlamak, açıklamak) ile te'vil ettirir. (Lem'alar)"
Kusurun gerçek kaynağı nedir? Varsa kim, neden sağlıyor?
"Dünya Allah'ın muhabbet ettiği şeylerin sevgisiyle doludur. Kainat ağacının en kıymetli meyvesi olan insan küçük birer kainat taşır içinde sevgiyle."
Eee kusur nerde?
Söylenenlere bakarsak, şeytan tam olarak nerde?
İçimiz de mi? Sevgi dolu olan o yerde mi? Tanrı'nın yaptığı bir eylem olan sevmek bir kusur değildir. İnsanlar içlerinde olan o sonsuz sevgiyle şeytana bile aşık olabilirler. Çatışmalar ise çıkarlar ve yanlış anlamalardan doğar. İçinde kainat taşıdığını düşünen sonsuz bir ben algısıyla. Dolayısıyla yaratılanlar her hareketlerinde bilerek veya bilmeyerek Yaradanı taklit ederler. Her şey sonsuz bir biçimde iç içe geçmiş durumdadır.
Akıl var olmasaydı kusura kılıf aranmazdı. Bu nedenle ihtiyacımız olan tek şey sadece İNSANLIK.
Kusurun gerçek kaynağı nedir? Varsa kim, neden sağlıyor?
"Dünya Allah'ın muhabbet ettiği şeylerin sevgisiyle doludur. Kainat ağacının en kıymetli meyvesi olan insan küçük birer kainat taşır içinde sevgiyle."
Eee kusur nerde?
Söylenenlere bakarsak, şeytan tam olarak nerde?
İçimiz de mi? Sevgi dolu olan o yerde mi? Tanrı'nın yaptığı bir eylem olan sevmek bir kusur değildir. İnsanlar içlerinde olan o sonsuz sevgiyle şeytana bile aşık olabilirler. Çatışmalar ise çıkarlar ve yanlış anlamalardan doğar. İçinde kainat taşıdığını düşünen sonsuz bir ben algısıyla. Dolayısıyla yaratılanlar her hareketlerinde bilerek veya bilmeyerek Yaradanı taklit ederler. Her şey sonsuz bir biçimde iç içe geçmiş durumdadır.
Akıl var olmasaydı kusura kılıf aranmazdı. Bu nedenle ihtiyacımız olan tek şey sadece İNSANLIK.
Pazar
Cumartesi
Tehlike Sanırım Çok Yakınımda
İçim içime sığmıyor ve bir şeyler gelişiyor. İyi mi kötü mü kestiremiyorum. Dilediğim zaman duygularımı doğrudan ona iletiyorum ve rahatlıyorum. Hatta okumaya ve duymaya doyamadığım çok güzel karşılıklar da alıyorum. Ama ya sonra üzülürse?...
Sınırların Olmadığı Bir Dünya!
Beni yönetmeye çalışan herhangi bir iktidar, kural, yasa, gerekçe, insan, sistem veyahut topluluk, kendi oyunlarınıza beni alet etmeyin. Benim tek istediğim saf bir özgürlük. Sizsiz!
Güdülmeyi bekleyen koyunlar değiliz hiç birimiz. Sessiz kalmamıysa beklemeyin benden!
Sahte varlığınızı kabul etmiyorum. Bilim, matematik ve ilerleme sizlerin kozu için değil halkın kendisi, mutluluk ve refahı için var olmuştur ve bu varlığını nihayetinde hep sürdürecektir. Ve er ya da geç insanlık, kendi etik yaşama düzenini kuracaktır. (Bkz. Amerikan İstilasından Önce Kızılderililerin Yaşamı)
Güdülmeyi bekleyen koyunlar değiliz hiç birimiz. Sessiz kalmamıysa beklemeyin benden!
Sahte varlığınızı kabul etmiyorum. Bilim, matematik ve ilerleme sizlerin kozu için değil halkın kendisi, mutluluk ve refahı için var olmuştur ve bu varlığını nihayetinde hep sürdürecektir. Ve er ya da geç insanlık, kendi etik yaşama düzenini kuracaktır. (Bkz. Amerikan İstilasından Önce Kızılderililerin Yaşamı)
Cuma
Nazım'dan
PİRAYEME RUBAİLER
Birinci Bölüm
5
Sarılıp yatmak mümkün değil bende senden kalan hayale.
Halbuki sen orda, şehrimde gerçekten varsın etinle kemiğinle
ve balından mahrum edildiğim kırmızı ağzın, kocaman gözlerin gerçekten var
ve asi bir su gibi teslim oluşun ve beyazlığın ki dokunamıyorum bile...
6
Öptü beni: "Bunlar, kainat gibi gerçek dudaklardır." dedi.
"Bu ıtır senin icadın değil, saçlarımdan uçan bahardır," dedi.
"İster gökyüzünde seyret, ister gözlerimde:
"körler onları görmese de, yıldızlar vardır," dedi...
Birinci Bölüm
5
Sarılıp yatmak mümkün değil bende senden kalan hayale.
Halbuki sen orda, şehrimde gerçekten varsın etinle kemiğinle
ve balından mahrum edildiğim kırmızı ağzın, kocaman gözlerin gerçekten var
ve asi bir su gibi teslim oluşun ve beyazlığın ki dokunamıyorum bile...
6
Öptü beni: "Bunlar, kainat gibi gerçek dudaklardır." dedi.
"Bu ıtır senin icadın değil, saçlarımdan uçan bahardır," dedi.
"İster gökyüzünde seyret, ister gözlerimde:
"körler onları görmese de, yıldızlar vardır," dedi...
TANRI
Bütün sistemimi alt üst eden tek gerçek.
Ben ve o, hepimiz senin ürünlerin değil miyiz? Hangi kin, nasıl bir kin, hangi sebep, hangi makul olmayan o saçmalık ve ego dolu gerekçen, sana itaat etmeyenlerle birlikte olmamı yasaklıyor? Bana bu uygulamayı zorunlu kılmanın gerçek sebebi ne?
Ender'i kendine örnek alma çünkü onun küçük egosu seninki kadar büyük olamaz.
Her yerdesin, ben senin emin olduğun kullardanım. Yani sana her yerde sahip olanlardan. Bunun için boş bir ibadethaneye ihtiyaç duymayanlardan. Kainatı ibadethane sayanlardan. Karşılığı bu mu olmalı?
Merak etme sana yahut herhangi bir kimseye isyan etmiyorum. Bana verdiğin aklı kullanıyorum yalnızca...
Bütün sistemimi alt üst eden tek gerçek.
Ben ve o, hepimiz senin ürünlerin değil miyiz? Hangi kin, nasıl bir kin, hangi sebep, hangi makul olmayan o saçmalık ve ego dolu gerekçen, sana itaat etmeyenlerle birlikte olmamı yasaklıyor? Bana bu uygulamayı zorunlu kılmanın gerçek sebebi ne?
Ender'i kendine örnek alma çünkü onun küçük egosu seninki kadar büyük olamaz.
Her yerdesin, ben senin emin olduğun kullardanım. Yani sana her yerde sahip olanlardan. Bunun için boş bir ibadethaneye ihtiyaç duymayanlardan. Kainatı ibadethane sayanlardan. Karşılığı bu mu olmalı?
Merak etme sana yahut herhangi bir kimseye isyan etmiyorum. Bana verdiğin aklı kullanıyorum yalnızca...
Pazar
Cuma
'20 Haziran 2013 Ölüm Yıldönümüm
Bugün doğum günüm. Herkesi içtenlikle selamlıyorum.
İnanılmaz güzel bir hava, üstüne hafif bir esinti. Sabah balkonda kahvaltı. Sonra düşünceler...
Artık 25'im. Kendime verdiğim bir sözü hatırladım. "25 olduğumda bilinen çok iyi bir illüstrasyoner olmalıyım." Sonra durumumu değerlendirdim, neden olamadım? Kendimi bu anlamda geliştirdiğimi söyleyebilirim ama zaman bulamadığımdan ve maddi imkansızlıklardan dolayı pek bir şey üretemiyorum. Bundan sonrası için hayaller yok! Elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışmak var yalnızca. Bundan böyle Ender yok! Hiç bulaşmadan sevmek var yalnızca. Bundan böyle aşk yok! Temkinli bir sevgi var yalnızca. Bundan böyle sabaha kadar deliler gibi kendini durduramayarak ağlamak yok! Sakin olmak var yalnızca.
Ender ne var biliyor musun? Sana kapıları ardına kadar açılmış bir dünyanın kapanan yolları var yalnızca.
Senin için durmadan ağladığım son gecem. İşte bunu bile özleyeceğimi biliyorum. Ama artık daha fazla dayanamıyorum. Herşey bitsin istiyorum.
Kendimi kuyunun içinde sürekli tırmanmaya çalışan bir "salağa" benzetiyorum. Artık birinin ip sarkıtmasını beklemiyorum. Beni orda yalnız bırakın sadece.
Ender söylediğin kelimeye takılmadım, hatta alınmadım bile ama sen neden sorduğumu her zamanki gibi anlamadın. Empati kurmaya çalışmak senin doğanda yok. Sana karşı açıkça konuşabilmekte benim imkanım dahilinde yok.
Sadece duygulardan oluşmuyorum elbette. Bu aralar hissettiklerim çok fazla acı veriyor. Katlanılmaz derecede! Hiçbir hastalığım, hiçbir adet sancım veya ağda sancım, hiçbir sınav stresi, hiçbir ölüm, hiçbir rezillik, hiç bir çaresizlik bu kadar ne acıttı ne mahvetti... Bu sebepten dayanamayarak buraları kirletiyorum. Normal olduğumu düşündüğüm saatlerde ise her Türk vatandaşı gibi işlerimi halledip, siyasi gelişmelere bakıyorum. Bu mevzuda söylemek istediğim tek şey var.
Ülkemi seviyorum ve zafer her zaman muzaffer Türk halkınındır!
Bu evreni paylaştığım herkese ve herşeye sonsuz sevgi ve saygılar.
İnanılmaz güzel bir hava, üstüne hafif bir esinti. Sabah balkonda kahvaltı. Sonra düşünceler...
Artık 25'im. Kendime verdiğim bir sözü hatırladım. "25 olduğumda bilinen çok iyi bir illüstrasyoner olmalıyım." Sonra durumumu değerlendirdim, neden olamadım? Kendimi bu anlamda geliştirdiğimi söyleyebilirim ama zaman bulamadığımdan ve maddi imkansızlıklardan dolayı pek bir şey üretemiyorum. Bundan sonrası için hayaller yok! Elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışmak var yalnızca. Bundan böyle Ender yok! Hiç bulaşmadan sevmek var yalnızca. Bundan böyle aşk yok! Temkinli bir sevgi var yalnızca. Bundan böyle sabaha kadar deliler gibi kendini durduramayarak ağlamak yok! Sakin olmak var yalnızca.
Ender ne var biliyor musun? Sana kapıları ardına kadar açılmış bir dünyanın kapanan yolları var yalnızca.
Senin için durmadan ağladığım son gecem. İşte bunu bile özleyeceğimi biliyorum. Ama artık daha fazla dayanamıyorum. Herşey bitsin istiyorum.
Kendimi kuyunun içinde sürekli tırmanmaya çalışan bir "salağa" benzetiyorum. Artık birinin ip sarkıtmasını beklemiyorum. Beni orda yalnız bırakın sadece.
Ender söylediğin kelimeye takılmadım, hatta alınmadım bile ama sen neden sorduğumu her zamanki gibi anlamadın. Empati kurmaya çalışmak senin doğanda yok. Sana karşı açıkça konuşabilmekte benim imkanım dahilinde yok.
Sadece duygulardan oluşmuyorum elbette. Bu aralar hissettiklerim çok fazla acı veriyor. Katlanılmaz derecede! Hiçbir hastalığım, hiçbir adet sancım veya ağda sancım, hiçbir sınav stresi, hiçbir ölüm, hiçbir rezillik, hiç bir çaresizlik bu kadar ne acıttı ne mahvetti... Bu sebepten dayanamayarak buraları kirletiyorum. Normal olduğumu düşündüğüm saatlerde ise her Türk vatandaşı gibi işlerimi halledip, siyasi gelişmelere bakıyorum. Bu mevzuda söylemek istediğim tek şey var.
Ülkemi seviyorum ve zafer her zaman muzaffer Türk halkınındır!
Bu evreni paylaştığım herkese ve herşeye sonsuz sevgi ve saygılar.
Salı
Övünmek gibi olmasın ama dostlar. Kendimi HIYAR gibi hissediyorum... :(
You and i are just like children
We are allways playing games
You hurt me more and more each time
Don't know what i found in you
People ask me all the time
If they knew you like i do
They would't say I'm wasting time
As long as you are there
I don't think we'll ever grow up.
As long as you are there.
Cuma
Perşembe
Türk Milleti bağımsız yaşamış ve bağımsızlığı varolmalarının yegane koşulu olarak kabul etmiş cesur insanların torunlarıdır. Bu millet hiçbir zaman hür olmadan yaşamamıştır, yaşayamaz ve yaşamayacaktır. (Mustafa Kemal ATATÜRK)
Biz barış istiyoruz dediğimiz zaman tam
bağımsızlık dediğimizi herkesin anlaması gerekir. (Mustafa Kemal ATATÜRK)
Bu memleket dünyanın beklemediği, asla umut
etmediği ayrıcalıklı bir varoluşa sahne oldu. Bu sahne en az 7 bin senelik bir
Türk beşiğidir. Beşik doğanın rüzgârıyla sallandı; beşiğin içindeki çocuk
doğanın yağmurlarıyla yıkandı, o çocuk doğanın şimşeklerinden,
yıldırımlarından, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu sonra onlara alıştı;
Onların oğlu oldu. Bir gün o doğa çocuğu, Doğa oldu; şimşek, yıldırım, güneş
oldu; Türk oldu... Türk budur. Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan
güneştir. (Mustafa Kemal ATATÜRK)
ankara’da durumun nasıl?
+ankara’da durumun nasıl?
-Bunu sorması gereken benim. Meraktan çıldıracaktım
ama bana yazı yazabildiğine göre bişeyin yok. Yoksa yaralandın mı?
+… Nothing.
+ankara’da durumun nasıl?
-Bu benim repliğim.
+… Nothing.
+ankara’da durumun nasıl?
-Zehir gibiyim.
+… Nothing.
+ankara’da durumun nasıl?
-Kötü
+… Nothing.
+ankara’da durumun nasıl?
-Yoğunum.
+… Nothing.
+ankara’da durumun nasıl?
-Seni özledim.
+Salak … Nothing.
+ankara’da durumun nasıl?
-Bundan iyisi olamaz.
+… Nothing.
+ankara’da durumun nasıl?
-Bomba gibiyim. Baksana güneşi zapt edecek bizimkiler.
+… Nothing.
+ankara’da durumun nasıl?
-Seni seviyorum.
+:P Nothing.
+ankara’da durumun nasıl?
-Ayağımdan yaralandım ama şimdi iyiyim asıl sen nasılsın?
+… Nothing.
+ankara’da durumun nasıl?
-Önemli bi şeyim yok. Ya senin?
+ben de iyim
Pazar
30 Mayıs 2013 - ...
Gerçekten acayip gaza
geldik...
Ankara'dan
bahsedebilirim yalnızca gördüklerimden ve emin olduklarımdan. İlk günlerde İstanbul, hele İzmir'de durum anladığım kadarıyla şiddetliyken şimdi buradan daha fazla
tedbirli davranıldığı kesin. Ayrıca her söylenen sözün dikkatli söylenmesinden
yanayım. Çünkü bu aralar ülke olarak sağlıklı haber edinebilme konusunda
yetersiz kalıyoruz.
Çok marjinal durumlar
gelişiyor. Eylem sırasında bir ara eldiven isteyenler oldu. Neden istediklerini
anlayamadım aklıma da bişey gelmedi. Meğer atılan gaz bombalarını su şişelerine
koyarak etkisiz bırakmak için istiyorlarmış. Harikasınız dedim içimden.
Burada doktorlar bazı
noktalarda yaralılara yardım ediyor. Bunlardan bildiklerim Leman Cafe, Nazım
Hikmet Kültür Merkezi ve sanırım Kızılay AVM’de dahilmiş. Fakat polis buralara
müdahale ederek yaralı ve doktorları gözaltına almış. Bence bu, durumun
ciddiyetini aştığını gösterir. Savaş ortamlarında sağlıkçılarının bulunduğu
alanlara müdahale yapılamaz. Ama polisler düşünmeden hareket ederek sınırlarını
aşmışlar. Sokaklar savaş alanı. Öte yandan bilinen önemli haber kanallarında
ses yok.
Sosyal medyanın
görünen ve görünmeyen birçok yüzü vardır. Bunların içinden, doğru haber yaptığı
kadar sağlıklı haber yapanları da diğerlerinden kolaylıkla ayırt edebilecek
şekilde bugün tüm Türkiye gördü. Halkı sakin olmaya provokasyonları fark
etmesini sağlamaya ve bilinçli hareket etmenin önemine vurgu yapan haber kanalı
veya kanalları artık parmakla gösterilir durumda. Ki babama göre her zaman izlenebilecek sadece bu 3 kanal vardı ya neyse. Yetersiz haber kaynağının
olması sosyal medyadan beklentilerin artmasını sağlamış ve insanlar
meraklarını, yardım taleplerini bu ortam üzerinden gidermeye çalışmışlardır.
Bence tehlike çanları bu noktada çalmaktadır. Çünkü halk kendi yaşadığı
gerçekleri paylaşırken araya parazitlenen ve kışkırtıcı rol oynayan asılsız
haberlerin doğruluğundan emin olmadan gaza gelme tehlikesi
yaşamaktadır. Tamam, makul bir bilinç bunun üzerinden gelebilir fakat
gösterilerde aktivist rol oynayanların bir kısmını da lise çağındaki gençler
oluşturmaktadır. Yer ve semtine göre değişen durumlarda söz konusu. Örneğin
Çankaya, Dikmen, GOP’ nın daha nezih diyebileceğimiz gençlerinin gösterdikleri
hareketler doğrudan halk yanlısı ince bir şuurun ürünüdür. Herhangi bir faşizan
tavır sergilemeden sadece atılan gaz bombalarına karşı slogan atmakla yetinen
belli bir parti veyahut birliğin çatısı altında toplanmadan, tamamen halk
tabanlı, ne istediğini bilen ve amaçlarının bilincinde olan gerçek gençler.
Yani vandallık yanlarından geçmez. Bu noktada hiç bir sıkıntı yok fakat
Tunalı’dan inen 50 kişilik bir grubun olaya dâhil olarak sövmeye, etrafa zarar
vermeye ve polise taş atmaya başlaması durumun boyutunu farklı yönlere çekmeye
yetiyor. Gündüz saatlerinde yapılan eylemlerde bu tarz durumlara müdahale eden,
“şunları uyarın” diyen, slogan atarak durmalarını sağlayan kişiler (teyzeler)
mevcut olduğundan, çatışmalar polisin tepkisi kadarla geçişebiliyordu ama akşam
saatlerinde öncelikle polis cephesinde daha sonra aktivistlerin cephesinde
işler kızışıyor gece ise tam bir faşizanlık. Durumun şiddeti, yerine,
polisine, eylemcisine göre farklılık gösteriyor.
Şuan hala Ankara savaş
alanı gibi saat 22:17 ve hala siren ambulans ve gaz bombası sesleri geliyor.
Bi örnek daha vereyim,
Kızılay’da bir kişiyi öldüren ve birkaç kişiyi yaralayan 61 plakalı araç
sahibinin şuursuz bir hükümet yanlısı olduğunu söyleyebilirim ama nette dolanan
habere göre o bir sivil polis. Bu tam da durumun içinde ya bilinçsiz ve hemen dolup
galeyana gelen insanların ya da provokatörlerin var olduğunu gösterir. Çünkü
adam çok geçmeden Deniz Kuvvetleri’nin önündeki kavşakta trafik polisine
yakalandı. Tipini görseniz polislikle uzaktan yakından bir ilgisi olmadığını
hemen anlarsınız. Üstüne söylediklerinden, bağırıp çağırmasından ve yanındaki
kadının kılık kıyafetinden de böyle olmadıklarını anlayabilirsiniz. Yani ortada
bi bit yeniği var.
Dün akşam kaldığım
yurttaki kızlarla bulunduğumuz mahalleyi ayağa kaldırmıştık. Yarım saat
geçmeden bütün mahalleli bize katıldı ve 500 civarı insan bir araya gelip
slogan attık. Bu akşam ise mahallenin en büyüğü 13-14 yaşlarında olan çocukları
slogan atarak yürüyorlar. İnanılmaz tatlılar.
İşte öte yandan çok
güçlü bir halkta görüyorum. Olması gereken bir başka boyut Banu Avar’ın da
söylediği gibi aramızda işçiler, çiftçiler ve şehit aileleri de katılmalı. Ki
sanırım bu gerçekleşmiş durumda. Aydın insanların, sanatçıların, sağ sol
demeden, sendikalar, milliyetçiler, kemalistler, çalışan işçi kesimin,
transların, biseksüellerin, farklı insan tiplerinin birleştiğini, hatta ailece
gelen insanların katıldığını gördüm. Yani her kesimden insan mevcut. Bahsettiğimiz
muhafazakâr ya da dindar kesimde bulunmalı ki kapsayıcı bir niteliğe sahip
olabilsin ve eylemlerin niteliği artsın şuan için yeterli düzeyde değiller
hatta karşı eylemde bulunuyorlar faşizanca. Bu kesimden o yüzden bişey
bekleyemiyorum ama bence en önemlisi lümpenlerin de yer alması, eylemlerde
bulunması; işte gerçek eylem budur. Yurtdışındaki Türk’lerden de destek
olduklarını bildiren eylem görüntülerini görüyoruz. Üstelik köylerden de
alanlara destekler gidiyormuş. Daha ne olsun. Umarım muhafazakâr diye
nitelendirdiğimiz faşizanlarda gerçekleri kavrayıp bize katılır…
“Milletimiz
davranışlarında ve gayretlerinde sarsılmaz bir bütünlük gösterdiği için
başarılı olmuştur” (Mustafa Kemal ATATÜRK)
Bu ülkede her konuda
konuşan tek bir insan var. O da muhafazakâr görünümlü Tayyip Erdoğan.
Erdoğan’ın bu tavrı bile başkanlık sistemini benimsediklerini ve cumhurbaşkanın
görev ve yetkilerinin yeniden düzenleyerek Erdoğan’ın o koltuğa göz kırpmasının
açık bir göstergesidir. Atılan sloganlarda Erdoğan’ın adından başka herhangi
bir hükümet görevlisine atıfta bulunulmaması bu durumu destekliyor.
Yabancı basında
benzetmeler yapılıyor. Türkiye’nin bu durumu, Arap Baharı’nın başlangıcındaki
Tunus ve Kahire’deki ayaklanmalara benzetiliyor. Bizim durumumuz bunlardan biraz
farklı çünkü kaybedebileceğimiz çok şeyimiz var ekonomik açıdan. Gerçi korkusuz
bir milletken, bu insanlar ülkesini kendileri yıkar ve en baştan yeniden
kurarlar lakin bunun için de yine sağlam bir lider gerekir. Atatürk’ün düşünce
ve fikirlerini benimsemiş gerçekçi bir lider bugün ortalarda gözükmediği için
durum risk içeriyor. Bu eylemler gerçek amacına ulaşamadığı taktirde bu süreç
yalnızca ülkenin gerilemesine yol açacaktır. Turizmi ve her ne kadar tasnif
etmesemde AB sürecine girme konusunu riske atıyoruz. AB olmadan da bazı
standartlara ulaşabileceğimiz kanısındayım yani benim için hava hoş ama yabancı
sermayelerle geçinen bir toplumuz. O hâle getirdiler desek daha doğru olur. Bu
yüzden tehlikeli bir süreç. Ani bir düşüş yaşatabilir bu da akbabaların
işine gelir.
“Tam bağımsızlık,
ancak ekonomik bağımsızlıkla mümkündür.” (Mustafa Kemal ATATÜRK)
Halkın liderlik
anlayışı meselesi, bence en gözden kaçan ve en üstüne düşülmesi gereken bölüm.
Bir lider nasıl olmalı, vasıfları, tavrı ve tutumları neleri içermeli bunu
halkımız bence hiç analiz etmiyor. Bildikleri tek şey müslüman olması,
etkilemesi ve onların dilinden konuşması gerektiği. Oysa Atatürk gibi bir
lidere sahip olmuş ve olmakta olan bir toplumun 2 dk düşünüp onunla kıyaslamaya
gitmesi ve bir sonuca varamaması halkımızın belki eğitim eksikliğinden belki de
geçim derdinden dolayı düşünceden yoksun olduğundan, ortaya bu tür sonuçlar
çıkıyor. Aslında şaşmamak gerek. Halkın bunları düşünebilmesi için önce
temel ihtiyaçları giderilmiş olması gerek. Kaldı ki okumuş dediğimiz insanlar
içinden cahiller, cahil dediğimiz insanlar arasından aydın zihniyetliler
çıkabildiğini hepimiz biliyoruz. Neyse peki ya geriye kalmış olan eğitim görmüş kısım ne yapıyor nasıl
düşünüyor. Bence onlarda düzinelere ayrılıyor ama onları da kabaca ikiye
ayırırsak bugünün tabiriyle %50 si kendi çıkarları doğrultusunda kendine en
yakın bulduğu İslamcı görüşü doğal olarak destekliyor. Fakat bir ayrıntıyı kaçırıyorlar onlara hizmet ettiğini söyleyen insanın asıl ‘kime’ hizmet ettiği.
Diğer kesimde kendi adına ülkesini düşünerek hareket ediyor. Bu oranın yani
Erdoğan’a oy verenlerin neredeyse %50 yi oluşturduklarına inanmıyorum. Çünkü
seçimlerde oylarla nasıl oynandığını, fakir halka nasıl erzak dağıtıldığını çok
iyi biliyoruz. Her seçim döneminde yalan dolanla iktidar olmuş bir hükümetten
ne beklenir?
“Özgürlük ve
bağımsızlık benim karakterimdir. Ben milletimin en büyük ve ecdadımın en
değerli mirası olan bağımsızlık aşkı ile dolu bir adamım. Çocukluğumdan bugüne
kadar ailevî, hususî ve resmî hayatımın her safhasını yakından bilenler bu
aşkım malumdur. Bence bir millete şerefin, haysiyetin, namusun ve insanlığın
vücut ve beka bulabilmesi mutlaka o milletin özgürlük ve bağımsızlığına sahip
olmasıyla kaimdir. Ben şahsen bu saydığım vasıflara, çok ehemmiyet veririm. Ve
bu vasıfların kendimde mevcut olduğunu iddia edebilmek için milletimin de aynı
vasıfları taşımasını esas şart bilirim. Ben yaşayabilmek için mutlaka bağımsız
bir milletin evladı kalmalıyım. Bu sebeple milli bağımsızlık bence bir hayat
meselesidir. Millet ve memleketin menfaatleri icap ettirirse, insanlığı teşkil
eden milletlerden her biriyle medeniyet icabı olan dostluk ve siyaset
münasebetlerini büyük bir hassasiyetle takdir ederim. Ancak, benim milletimi
esir etmek isteyen herhangi bir milletin, bu arzusundan vazgeçinceye kadar,
amansız düşmanıyım.” (Mustafa Kemal ATATÜRK)
Diğer bir konu ise
Erdoğan’ın Suriye Hükümeti’ni eleştirerek halka baskı ve zulüm etmenin makul
olmadığından bahsederken, kendi insanlarına bugün koyduğu tavır. Bu söyledikleriyle
yaptıklarının örtüşmediğini gösteriyor. Halkına çapulcu ve provokatör derken bu
tavrıyla gerçek provokatörlüğü kendi yapıyor.
Osmanlı tarih
araştırmacısı ve profesör olan Karen Barkey’e göre protestolar hükümeti
savunmasız yakaladığından ve hak talep eden farklı katılımcıları bir araya
getiren geniş bir koalisyona dönüşen bir hareket olması eylemlerin ölçeğinin ne
denli büyük olduğunu gösteriyor. Bu durumun nedenini de Erdoğan’ın otoriter
algısının artması olarak açıklıyor. Ona göre; Erdoğan’ın uzlaşmaz tavrı Osmanlı
vizyonuyla hiç örtüşmüyor ve partisinin siyası geleceği için iyi değil. Karen
Barkey: “Demokratik bir ülke ama demokrasi endeksinde Avrupa ve Amerika’yı
yakalayabilmiş değil. Seçimler demokrasi için tek başına yeterli değildir.
Demokrasi aynı zamanda uzlaşı kültürü demektir. Bu tür kısıtlamalar ABD gibi
pek çok ülkede söz konusu, tartışması da hep devam eder. Pek çok ülke, gençleri
bağımlılıktan ve zararlarından korumak için alkol ve sigaraya yönelik artan
kısıtlamaları getiriyor. Bu düzenlemeler demokratik tartışma ortamı içinde
yapıldığı sürece siyasi sürecin parçasıdır. Ancak Türkiye’deki örnekte sorunlu
olan ve sansür şüphesine neden olan alkolü ya da alkol kullanan insanları
gösteren her türlü görüntünün, müzik videosunun ve kültürel prodüksiyonun
yasaklanması kararı. Bu görüntülerin filmlerde, dizilerde, videolarda sansür
edilecek olması tek bir toplum vizyonunun dayatılmasıdır ve demokratik
politikaların çoğulculuk emeliyle çatışır. Demokrasi seçeneklerin ve
vizyonların çeşitliliğini korumalıdır. Eğer birileri devamlı sansüre uğruyorsa,
demokrasiden uzaklaşırsınız.
Otoriter bir modeli
çağrıştırıyor. Türkiye’nin ataerkil bir sultan modeli ile geçmişi olduğu ve
imparatorluğun sonlarına doğru bu modelin olumsuzlukları görüldüğü için bunun
negatif bir algısı var. Zaten Başbakan’ın medyaya karşı tavrı gibi birçok örnek
üzerinden otoriterleştiğinin tartışıldığı dönemde bir de Türk usulü başkanlık
sistemi denince otomatikman böyle olumsuz bir bağ kuruluveriyor. Oysa henüz
hükümetin gerçekten ne üzerinde çalıştığını bilmiyoruz. Zira bu meselenin
etrafında pek fazla gizlilik var. Bu kadar muğlaklık da Putin’le
karşılaştırmaya kadar giden farklı göndermelere neden oluyor. Bu meseleler
şeffaf bir şekilde tartışılabilse böyle olmaz.” diyor.
Hepsi tamam da hükümetin ne üzerinde
çalıştığı mevzusuna gelince. Bunu anlamak çokta zor olmasa gerek. Bugüne kadar
kürtaj yasasıyla ilgili değişiklikler, Erdoğan’ın Suriye ile olan ilişkileri
aralarında Genekurmay Başkanı ve Generallerin bulunduğu subayların hapse atılması,
birçok gazeteci ve muhabirin tutuklanması, basın özgürlüğünün kısıtlanması,
kürk açılımının sonuç getirmemesi ve pkk sorunun devam etmesi, alkol satışı ve
tüketimiyle ilgili yeni düzenlemeler, Reyhanlı olayına hükümetin gereken
titizliği göstermemesi, her geçen gün artan zamlar ve ekonominin yükseliyor
denmesine rağmen halkın gelişen ekonomiden nasiplenemiyor olması.
Cumhurbaşkanın görev ve yetkilerinin genişletilerek “Otoriter ve Tek Güçlü
Adam” anlayışının zemininin hazırlanıyor olması, milli bayramların kısıtlanması
ve tüm dünyada kutlanan bayramların bile eylemlerine izin verilmemesi, bu
eylemler esnasında halkın şiddet görmesi ve son olarak gezi parkı eylemlerinde
işin ucunun kaçması veyahut kaçırılması tüm bunların sonucunda kırılma noktası
oluşturması. Pekte halk tabanlı bir siyaset izlemediklerinin kanıtları değil mi? Yani başkalarına hizmet ediyorlar. Başkalarının kim olduğu ise malum. Bölücülük üzerinde çalışıyorlar denir mi acaba? Aslında Türkiye'de durum Gülse Birsel’in de söylediği gibi “Eeeah yetti beaaa!”
noktasına gelmiştir. Bu nokta bugün içinde bulunduğumuz eylemleri nitelikli,
geniş ve sağlam bir kitleye sahip olması anlamında diğer eylem ve gösterilerden
farklı kılıyor. Ülke böyle bir duruma istenerek veyahut istem dışı
sürüklenmiştir. Bunun altında yatan gerçek sebepleri zamanla hepimiz göreceğiz.
Bize düşen sadece birleşerek, şarkılarla, şuan halkımızın çok güzel yaptığı gibi mizahla ve
sanatla içten ve samimi gösterili eylemler oluşturmaktır. Böyle bir durumun
karşısında hiçbir kuvvet duramayacaktır.
Handelsblatt habere
göre; ” Son günlerde yaşanan kitlesel protestolar, Türklerin 'Bir güçlü adam'
istemediğini gösteriyor. Erdoğan bölgede demokratikleşme gayreti gösteren
halklara kendi ülkesini örnek gösterirken, başkanlık sistemi getirecek,
cumhurbaşkanına benzeri olmayan bir güç verecek yeni anayasayı hazırlıyor.
Erdoğan'ın gelecek yıl kendisini cumhurbaşkanı seçtirmeye çalışacağı bir sır
değil. Galiba bu planlarından vazgeçmek zorunda kalacak. Son günlerde yaşanan
kitlesel protestolar, Türklerin 'Bir güçlü adam' istemediğini gösteriyor. “
Bunun üstüne ne denir
ki. Her şey açık, net ve özet değil mi?
Başbakanın baskıcı politikasıyla ve liderlerin duyarsızlıklarıyla oluşan iletişimsizlik, daha doğrusu yalan yanlış haberlerden
arındırılmış doğru haber eksikliği, daha da doğrusu haber eksikliği, ülkemizde daha büyük bir kaos ortamı
oluşturmaktadır. Ülkesinde kendi vatandaşından daha değerli bir şey
olmadığı anlayışıyla hareket etmesi gereken başbakanımız Fas ve Tunus’a gitmekten
çekinmiyor. Bunları söylemiştim sanırım.
Tüm bu olanlara rağmen
uzlaşma yoluna gitmeyerek halkıyla restleşmeye devam eden Erdoğan’ın bu
rahat, tehditkâr ve siktir edici tavrının altında, sizce de halkı kızıştırmak için çabaladığı düşüncesi yattığı akla gelmiyor mu?
“Basın milletin
müşterek sesidir. Başlı başına bir kuvvet, bir okul, bir öncüdür.” (Mustafa
Kemal ATATÜRK)
Az önce dikmende
oturan bir arkadaşımla görüştük polis akreplerle arkalarından kovalamış, kendilerini evlere zor atmışlar. Bestekar sokak yıkılıyor. Polisin apaçık
orantısız güç kullandığı videoların sayısı artıyor. Halk hiçbir tepkide
bulunmazken halkı kışkırtan yani provokasyonu sağlayan polislerin olduğunu da
görüyoruz. Bağımsızlık için, özgürlük için, daha iyi bir gelecek için, adalet
için, gerçek demokrasi için Türkiye ayakta fakat ülkenin başbakanı ortalarda
yok. Üstelik gittiği yerde de hoş karşılanmıyor.
Biz bu hengameyle
uğraşırken daha doğrusu hengameye yönlenmişken meclisten nur topu gibi yeni bir kanun doğmuş,
gözümüz aydın. Yeni Petrol Kanunu TPAO ile yerli-yabancı özel sektör
şirketlerinin eşit şartlarda faaliyet göstermesine imkan tanıyacak olup, TPAO
denizlerde ve karalarda istediği sayıda ruhsat alabilecektir. Bu da demek
oluyor ki gelsin yabancı yatırımcılar. Bu eylemler olsun olmasın bizim
Teyyepp istediği yasayı istediği hızla meclisten geçiriyor. Sorun var mı? Yok.
Kötü koku var mı? Var!
İnsanoğluna verilmiş en büyük lütuftur koku alma duyusu. Bu koku sadece
Tayyip’ten değil bazı illegal ve destekçileri net olmayan kuruluşlardan da geliyor. Mesela; Anonymous’u artık hepimiz biliyoruz ne tür siteleri
çökerttiklerini falan filan. Türkiye’de de aktif hale geldiler fakat öyle
kritik bir durum ki bu anlamda yaptıkları bazı işleri haklıda buluyorum ama abi
“resmigazete, mam, dsi” gibi alakasız kurumların sitesini çökertmenin kime ne
faydası olabilir. Partilerin sitelerinin hacklenmesine sonuna kadar hak
veriyorum durumun ciddiyetini kavramaları için ama diğer kurum ve kuruluşların
geçici bir süre için sitelerinin çökertilmiş olması işlerin aksamasından ziyade bazı
gelişmeleri takip etmemizi kısıtlayan bir durumdur. Bunun eylemin dışında başka
bir şeye hizmet ettiğini düşündürtüyor. Şu sözüm ona Arap baharı
olayının nasıl başladığı, altında yatan sebepler, bugün geldikleri durum vs.
vs. bunlara bakılmalı önce. Türkiye ile benzerlik gösteriyor tabi ki her ne
kadar konumlar farklı olsa da ama altında yatan bir durumdan daha bahsetmek
istiyorum Otpor/Canvas güdümünde Occupy Arap baharının temelinde. Neye hizmet
ediyor? Nasıl bir kuruluş? Kimlerin tekelinde? Neden Türkiye’de özellikle de
bugün sosyal medyada bu kadar aktifler. Merak edip biraz araştırdım. Videoları,
paylaştıkları resim ve yazılar her ne kadar gerçeklik payı olsa da bir şekilde
kışkırtıcılıkları daha ağır basıyor. Doğru ve gerçekler provokasyonla gençlere
iletiliyor. Gördüğüm bu. Bu grupların ya da yapılanmaların artık her neyse,
bizi değil bizim onları kullanmamız gerekir.
İhtiyacımız olan tek
şey bilinçli olmak ve belki de sadece BAĞIMSIZLIK istemek!
Evet, devran dönüyor!
“Her büyük meydan
muharebesinden, her büyük zaferin kazanılmasından sonra yeni bir âlem (dünya)
doğmalıdır, doğar. Yoksa başlı başına bir zafer, boşa gitmiş bir gayret olur.”
(Mustafa Kemal ATATÜRK)
Bu olayların
temelindeki yasa tasarısını, Orman ve Su İşleri Bakanlığı, orman ve milli
parkların imara açılmasını sağlayan yasa tasarısının AB kriterlerinde
bulunmadığını öngörmüştür. Ve Gezi Parkı eylemlerinden sonra tasarı gündemi
durdurulmuştur. O tasarı neleri kapsıyor eylemlerden sonra tekrar gündeme
gelecek mi? Buyurun biraz kurcalayın.
Haber anlayışına
bakın.
Takip etmeli.
Çarşamba
facebook = postmodern aşklar
Bugün ilginç bişey duydum." Bu kadar aciz insanlar var mı?" diye hayretlerim şaştı :) Bizim Esma'nın sevgilisi ayrılık haberini face'den normal durum bildirisi yaparmış gibi duyurmuş ve telefonlarını da açmıyormuş. Ne lan bu! Facele mi çıkıyor bu insanlar, nerde bu insan ilişkileri. Tamam, sevgin bitmiş olabilir ama karşında bir insan var. Üstelik iyi veya kötü bişeyler paylaştığın bir insan, biraz saygı gösterip durumu doğrudan kendisine söylememe anlayışı nasıl bir sebepten geliyor anlamıyorum. Bunların hangilerinin yasaklı ilişkisi var lan! Arkadaş, durumları da ortada, hiçbir engel yok. Varsa bir sebep hadi siktir et herşeyi sadece karşındaki bir insan olduğundan dolayı açıklamanı yapar ve sonra siktir olup gidersin ne lan bu! Oyuncak mı? "bugün seni seviyorum" yarın "nefret ediyorum üstelik o kadar nefret ediyorum ki seni muhatap bile almıyorum, yapacak bir açıklamam yok". SIÇ.
Yeni çağ insanları face'le flort ediyo, twiter'la öpüşüyo, blog'larla düzüşüyor, gerçek şizofren bunlar bence. işte böyle falan filan...
Peki ya ben? Ender'e söyleyemediğim onca şeyi buraya yazıyorum, aslında yazmak zorunda kalıyorum. Bazen yazmazsam boğulacak gibi hissediyorum. Onu sevdiğimi bilmesi benim için yeterli. Daha fazlasını bilmesini istemiyorum. Üzülmesinden korkuyorum çünkü. Bilmesin, görmesin, duymasın, hissetmesin ve unutsun.
Napacan? Çekecen, buralara akıtacan elemini kederini. Onların yaptıklarıysa elem kederi sevdiklerinin gözüne sokarak saçmaca son vermeye çalışmak. Bazen hiç birşey olan bazen de herşey olan internet saçmalığı aracılıyla yapmak, onca sevgiye haksızlık değil mi? Böyle davranarak kendilerine ve karşılarındakilere çok pis yazık ediyorlar bence.
Bazen Ender'in blogumu görme ihtimalini düşünüyorum da, imkansız gibi gözüküyor, bu sebeple rahatım. Böyle bir ihtimal yok. O yüzden arada buraya içimdekileri akıtmayı seviyorum. Üstelik bana yeten birkaç hiç tanımadığım farklı ülkelerden takipçim olması gizemli ve eğlenceli geliyor hatta mutlu ediyor. Bazen de hiç olmadığı kadar rahatlatıyor...
Cuma
Ben buraya ufaktan ufaktan geri dönerken biri de beni kullanmaya kalkarak kendine çevirmeye devam ediyor sanırım.
Bu sabah, gece ders çalışırken geç yattığımdan erken kalkamadım. Kalkınca telefonda çağrılar mesajlar...Neyse işlerimi hallettim, telefondaki aramaları ve mesajları yanıtladım. Acil grafik işi olduğundan benden yanıt bekleyen Mustafayı'da aramadan önce maillere bakarken günün şokuyla karşılaştım. Ender'den bi mail. Gözlerim fal taşı gibi açılmakla birlikte meraktan hemen maili açtım. Diğer acil mailleri önemsemedim bile...
Soru işareti bile konmamış anlamsız bir soru cümlesi.
Ona yazdığım onca şeye tek kelime bile etmezken kendi işleri için beni kullanmayı düşünebilmiş. Nasıl bu kadar yüzsüz olabiliyor? Böyle bir şeyi gerçekten düşündüğüne inanmak istemedim. Ama söz konusu olan Koca Bir Aptal işte... Bana durmadan neler yaptığının farkında değil! Tamam sevmiyorsun, tamam hadi nefret ediyorsun anladık ama neden beni kullanıyorsun. Eminim benden istediği şeyleri yaptırabileceği başka arkadaşları vardır. Neden ben? Sevdiğinden mi? Alakası yok. Selam sabah vermeden duygusuzca bişeyler istemek mi sevmek? Aptal sadece benle oyuncakları gibi oynayarak ağlatmaya devam ediyor...
Ahhh koşullar faklı olacaktı ki ben ona neler yapacağımı çok iyi bilirdim, ama dua etsin ki dokunmam bile yasak...
Mesajı okuyunca kafamda sadece, nasıl bi resim ne resmi istiyor ki benden? sorusu. Sonra ona sordum konuştuk vs. Eminim kendisi için dünyayı kurtarmak kadar önemli bi şeydir. Erkekler oyunları çok sever dimi? Elemanımız da işsiz olduğuna göre kafasını sadece ona gömerek rahatlıyordur herhalde. "Yaptığı bu işten para kazanabilir mi?" diye düşünmedim değil. Oyun kodlamak oldukça zor hele ki üzerine görselleri de kendisi ekleyecekse. Karakterler, mekan,ortam, animasyon... Tek başına altından kalkabilmesi çok güç Ozan gibi olmadığını var sayarsak. Yaptığı şey tam olarak ne ve kimlerle yapıyor bilmiyorum ama yinede oyun oluşturmak her baba yiğidin harcı değil işte, umarım halledebilir. Her neyse istediği şeyi koşullu olarak kabul ettim. Diğer türlü de yapabilirdim ama bu durum ondan haber almam için bir sebep olacaktı dolayısıyla reddetmek işime gelmedi. Zaten hemen yarın bile gitmemek için kendimi zor tutuyorum, o kadar çok görmek istiyorum ki ama gidersem beni kovmasından korkuyordum. Bu durumda kimin için gidebilirdim ki. Artık bi mazeretim var.
Her neyse diğer taraftan gelen işleri yetiştirmeye çalıştım, yaptıkça geldi yaptıkça geldi, kursa geç kalmaya başladım ve bilgisayarın başından kendimi zor attım.
Sonra yurttan çıktım, otobüse bindim, yolda enteresan bişey oldu. Otobüs seyir halindeyken yan taraftaki bir otobüsten bir kadın bizim otobüse bakarak önce el salladı sonra arkamda telefonda konuşan adama, "seni seviyorum, seni seviyorum, seni çok seviyorum, seni seviyorum... " dedi durdu valla. Başta akli dengesi olmadığını düşündüm ama kılık kıyafeti duruşu hiç öyle durmuyordu sonra adama baktım bir iki işaretle bir sonraki durakta inmesini söyledi. Sonra ikisi de Ulus'ta otobüslerden indiler. Uzun zamandır bu kadar romantik bir duruma rastlamamıştım. Durumun ne olduğunu bilmeden sadece gördüklerimden kendimce çıkardığım romantik anlam mutlu etti...
O değilde ben hangi ara Ender'in benden istediği resimleri yapabilirim ki? Ödevler, tez, mangalar, makaleler, grafik tasarımlar, okumam gereken kitaplar ve ezberlemem gereken onca kelime varken. Neyse buraya yazmaya nasıl fırsat buluyorsam bi şekilde ona da vakit ayırırım herhalde. Geceleri ona mı ayırsam?
Ooo az kalsın unutuyordum karşılığını alıcam ki ben bu işlerin. O halde havada karada yaparım resimleri, bu oldukça motive edici :)
Bu sabah, gece ders çalışırken geç yattığımdan erken kalkamadım. Kalkınca telefonda çağrılar mesajlar...Neyse işlerimi hallettim, telefondaki aramaları ve mesajları yanıtladım. Acil grafik işi olduğundan benden yanıt bekleyen Mustafayı'da aramadan önce maillere bakarken günün şokuyla karşılaştım. Ender'den bi mail. Gözlerim fal taşı gibi açılmakla birlikte meraktan hemen maili açtım. Diğer acil mailleri önemsemedim bile...
Soru işareti bile konmamış anlamsız bir soru cümlesi.
Ona yazdığım onca şeye tek kelime bile etmezken kendi işleri için beni kullanmayı düşünebilmiş. Nasıl bu kadar yüzsüz olabiliyor? Böyle bir şeyi gerçekten düşündüğüne inanmak istemedim. Ama söz konusu olan Koca Bir Aptal işte... Bana durmadan neler yaptığının farkında değil! Tamam sevmiyorsun, tamam hadi nefret ediyorsun anladık ama neden beni kullanıyorsun. Eminim benden istediği şeyleri yaptırabileceği başka arkadaşları vardır. Neden ben? Sevdiğinden mi? Alakası yok. Selam sabah vermeden duygusuzca bişeyler istemek mi sevmek? Aptal sadece benle oyuncakları gibi oynayarak ağlatmaya devam ediyor...
Ahhh koşullar faklı olacaktı ki ben ona neler yapacağımı çok iyi bilirdim, ama dua etsin ki dokunmam bile yasak...
Mesajı okuyunca kafamda sadece, nasıl bi resim ne resmi istiyor ki benden? sorusu. Sonra ona sordum konuştuk vs. Eminim kendisi için dünyayı kurtarmak kadar önemli bi şeydir. Erkekler oyunları çok sever dimi? Elemanımız da işsiz olduğuna göre kafasını sadece ona gömerek rahatlıyordur herhalde. "Yaptığı bu işten para kazanabilir mi?" diye düşünmedim değil. Oyun kodlamak oldukça zor hele ki üzerine görselleri de kendisi ekleyecekse. Karakterler, mekan,ortam, animasyon... Tek başına altından kalkabilmesi çok güç Ozan gibi olmadığını var sayarsak. Yaptığı şey tam olarak ne ve kimlerle yapıyor bilmiyorum ama yinede oyun oluşturmak her baba yiğidin harcı değil işte, umarım halledebilir. Her neyse istediği şeyi koşullu olarak kabul ettim. Diğer türlü de yapabilirdim ama bu durum ondan haber almam için bir sebep olacaktı dolayısıyla reddetmek işime gelmedi. Zaten hemen yarın bile gitmemek için kendimi zor tutuyorum, o kadar çok görmek istiyorum ki ama gidersem beni kovmasından korkuyordum. Bu durumda kimin için gidebilirdim ki. Artık bi mazeretim var.
Her neyse diğer taraftan gelen işleri yetiştirmeye çalıştım, yaptıkça geldi yaptıkça geldi, kursa geç kalmaya başladım ve bilgisayarın başından kendimi zor attım.
Sonra yurttan çıktım, otobüse bindim, yolda enteresan bişey oldu. Otobüs seyir halindeyken yan taraftaki bir otobüsten bir kadın bizim otobüse bakarak önce el salladı sonra arkamda telefonda konuşan adama, "seni seviyorum, seni seviyorum, seni çok seviyorum, seni seviyorum... " dedi durdu valla. Başta akli dengesi olmadığını düşündüm ama kılık kıyafeti duruşu hiç öyle durmuyordu sonra adama baktım bir iki işaretle bir sonraki durakta inmesini söyledi. Sonra ikisi de Ulus'ta otobüslerden indiler. Uzun zamandır bu kadar romantik bir duruma rastlamamıştım. Durumun ne olduğunu bilmeden sadece gördüklerimden kendimce çıkardığım romantik anlam mutlu etti...
O değilde ben hangi ara Ender'in benden istediği resimleri yapabilirim ki? Ödevler, tez, mangalar, makaleler, grafik tasarımlar, okumam gereken kitaplar ve ezberlemem gereken onca kelime varken. Neyse buraya yazmaya nasıl fırsat buluyorsam bi şekilde ona da vakit ayırırım herhalde. Geceleri ona mı ayırsam?
Ooo az kalsın unutuyordum karşılığını alıcam ki ben bu işlerin. O halde havada karada yaparım resimleri, bu oldukça motive edici :)
Efsanedir, candır...
Gerçek müzik böyle bişey olsa gerek bütün hücrelerini ayağa kaldıran...
Çarşamba
Anladığım kadarıyla Ender bir merkez. O kalıpta hareket ediyor ve başkalarının onu farketmesini bekliyor. Kimisi fark ediyor fakat beğenmeden sadece geçiyor. Kimisi belki merkezi kullanıyor, kimisi de belki Ender'in izniyle, belki de ona bile sormadan yerleşiyor. Ender'de onları kucaklıyor ve belki de çok seviyor.
Bense sürekli dolananlardanım. Durmadan birilerine çarpıyorum. Bişeyler arıyorum biraz olsun aradığımı ise buluyorum ama tatmin etmiyor. Sonra aramaya devam ediyorum aslında biliyorum ki tek istediğim merkeze girmek ama sadece bana özel örülü görünmez şeritlerden kurtulamıyorum. Bir kez girebilseydim çıkmak aklımın ucundan bile geçmezdi. Ben saldırmak isterken o ise istifini bozmuyor. Dolayısıyla saldıracak bir düşman bulamıyorum. Tüm bu çaba insanı gerçekten yoruyor. Sonra yine aynı şeyleri düşünüyorum; diğerleri gibi olsaydım çoktan merkezin tamda göbeğinde güneşleniyor olurdum. Onu umursamazdım, sadece tadını çıkararak severdim.
"Seni seviyorum" dediğinde saldırmalıydım, ama üzülmesinden korktum. Şimdi ise durum tam tersi. Gerçekten hiç sevmedi mi acaba? aslında bunun artık bi önemi yok, bu ihtimalin verdiği mutluluk aklımı başımdan yeterince aldı çünkü. Bu kadar büyü fazla bana...
Hiçbir şey görüldüğü gibi değil, aslında ne görüyoruz ki. Sadece sonsuzca hayal edelim. Bu en güzeli, belki bir gün böylelikle gerçekleştirecek gücü de bulabiliriz.
Bense sürekli dolananlardanım. Durmadan birilerine çarpıyorum. Bişeyler arıyorum biraz olsun aradığımı ise buluyorum ama tatmin etmiyor. Sonra aramaya devam ediyorum aslında biliyorum ki tek istediğim merkeze girmek ama sadece bana özel örülü görünmez şeritlerden kurtulamıyorum. Bir kez girebilseydim çıkmak aklımın ucundan bile geçmezdi. Ben saldırmak isterken o ise istifini bozmuyor. Dolayısıyla saldıracak bir düşman bulamıyorum. Tüm bu çaba insanı gerçekten yoruyor. Sonra yine aynı şeyleri düşünüyorum; diğerleri gibi olsaydım çoktan merkezin tamda göbeğinde güneşleniyor olurdum. Onu umursamazdım, sadece tadını çıkararak severdim.
"Seni seviyorum" dediğinde saldırmalıydım, ama üzülmesinden korktum. Şimdi ise durum tam tersi. Gerçekten hiç sevmedi mi acaba? aslında bunun artık bi önemi yok, bu ihtimalin verdiği mutluluk aklımı başımdan yeterince aldı çünkü. Bu kadar büyü fazla bana...
Hiçbir şey görüldüğü gibi değil, aslında ne görüyoruz ki. Sadece sonsuzca hayal edelim. Bu en güzeli, belki bir gün böylelikle gerçekleştirecek gücü de bulabiliriz.
Pazartesi
19 Mayıs Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı
Sıhhıye'den Anıtkabir'e yalnız yürüdüm. Arkadaşlar uyanamadılar, kardeşimin de işleri olduğundan gelemedi. Üstelik fotoğraf makinamın şarjı da bir iki fotoğraftan sonra bitti. Bunun yerine gördüklerimin tadını çıkardım. Yalnızlığı severim bilirsiniz, çok eğlendim üstelik, hatta yaşlı ele ele yürüyen bi çiftin arkasına takıldım. Çok tatlılardı. Aklımdan geçenler vs. vs... Neredeyse Anıtkabir'e kadar onlarla birlikteydim. Hükümete sövdüm, çok iyi geldi. Üstelik yüzlerce belki binlerce insanla sövmek daha da iyi geldi. O an birçok şey hissediyorsunuz ve düşünüyorsunuz, biraz öfke, biraz heyecan, biraz cesaret, biraz güç, biraz bilinç, biraz iplerin elinde olduğunu düşünmek, biraz birlik, biraz sevinç, belki çok gurur, onur, sonsuz devrim, sonsuz bilim, ataya sonsuz saygı ve hükümete sonsuz nefret gibi... sonra sıradanlığın bile huzurlu olduğunu tekrar anlıyorsun... Sonra susadım ve bayağı yandım. Yurda döndüğümde nasıl yandığımı fark ettim. Hâlâ yüzüm hafifçe yanıyor. Ama olsun yinede her şey mükemmeldi ve değerdi. Her yerde TGB flamaları ve Türk bayrakları, bu durum beni fazlasıyla gururlandırdı, emek vermek güzel şey. Özellikle camlardaki yaşlı teyzeler. Onları gerçekten çok seviyorum. Slogan atarken, susarken, susamışken, güneşin altında pişerken, kocaman ağaçların altından gökyüzüne ve bulutlara bakarak yürürken, mozolenin başında Ata'ya selam verirken, avluda hitabeyi ve marşı söylerken, yanımdaki teyze bana ailesinin dedikodusunu yaparken bile beni sevmeyen Ender'i o kadar çok özleyerek sevdim ki.
Hep yanımda olsun istedim.
Hep yanımda olsun istedim.
Çarşamba
Cumartesi
Uydurmasyonlarım...
Very Rare / Let It Stop!
Enter - Enter One's Mind - Endear - Endure - Endanger - I'm understand - Enter dangerous but beatiful until sky and breeze.
Enter - Enter One's Mind - Endear - Endure - Endanger - I'm understand - Enter dangerous but beatiful until sky and breeze.
Salı
Kendime giderken bile Ender'den geçiyormuşum. Bunu bugün fark ettim. Hayatından çıkarmamış, aptallık etmişim. İnternet yada bilgisayarında sorun olmuş olabileceği aklıma geldi tabi ama bunun yerine beni unutmak istemesini istediğimden öyle düşündüm sanırım. Beni kesinlikle anlamıyor ben onu içimde hissederken hemde. Anlaşamıyoruz. Onu yinede çok seviyorum. Umarım toprağıma kavuşursam pişman olmaz. Ben sürekli ona bişey olması kaygısıyla ve onu mutlu etmeye çalışarak yaşıyorum. Bu beni tez canlı yaptı galiba.
Pazar
Bu sabah arkadaşlarla kahvaltıda, her şey normal ve her şey yolundayken birden gözlerimi dolu buldum. İçimden, 'burda olmaz, sakın ağlama, kızlar fark ederse kötü olur, bozma şimdi milletin moralini de' diyorum. Ama fazla tutamadım kendileri döküldüler, çaktırmadan sildim.
Daha sonra arkadaşlardan biri benim halimi fark edince; "fatma keşke grip olsan da eczaneden sana ilaç alıp gelseydim. Sen böyle olunca söyleyecek, teselli verecek bişey de bulamıyorum" dedi. Bende; "Sakın benim için üzülme herkes yaşaması gereken şeyleri yaşıyor daha fazlasını değil." derken bana teselli vermeye çalışan arkadaşımı, ağzımdan kendiliğinden dökülen sözlerle teselli ederken buldum. Birden çıktı o sözler ağzımdan "sonra görüşürüz" dedim o gitti ve ben düşünmeye başladım. Ne yaptım acaba ne? Ne yaptım bu kadar zor bir duruma düşmeyi hak edecek? Ender'in bana zaten hiç bir şey veremeyecekken hayatımdan kendisini çıkartacak ne yaptım yada en başta hayatıma girmesini sağlayacak ne yaptım? Böyle aciz bi aşkı hak edecek ne? Bulamıyorum. Ne kadar düşünsem de hiç bir şey bulamıyorum. Hep farkında olmadan bilmeden, hatalar mı yapıyorum, o kadar etrafıma insanlara dikkat ettiğimi düşünürken üstelik.
Tüm dünya karşıma geçmiş, hayat ne kadar güzel, bak biz sevgilimle ne kadar mutluyuz diyor ve hiç olmadığı kadar istisnasız herkes. Nasıl yorulduğumu anlatamam... Artık benim için de tek kurtuluş ölmek olur sadece. Gelmesini iple çekiyorum.
Daha sonra arkadaşlardan biri benim halimi fark edince; "fatma keşke grip olsan da eczaneden sana ilaç alıp gelseydim. Sen böyle olunca söyleyecek, teselli verecek bişey de bulamıyorum" dedi. Bende; "Sakın benim için üzülme herkes yaşaması gereken şeyleri yaşıyor daha fazlasını değil." derken bana teselli vermeye çalışan arkadaşımı, ağzımdan kendiliğinden dökülen sözlerle teselli ederken buldum. Birden çıktı o sözler ağzımdan "sonra görüşürüz" dedim o gitti ve ben düşünmeye başladım. Ne yaptım acaba ne? Ne yaptım bu kadar zor bir duruma düşmeyi hak edecek? Ender'in bana zaten hiç bir şey veremeyecekken hayatımdan kendisini çıkartacak ne yaptım yada en başta hayatıma girmesini sağlayacak ne yaptım? Böyle aciz bi aşkı hak edecek ne? Bulamıyorum. Ne kadar düşünsem de hiç bir şey bulamıyorum. Hep farkında olmadan bilmeden, hatalar mı yapıyorum, o kadar etrafıma insanlara dikkat ettiğimi düşünürken üstelik.
Tüm dünya karşıma geçmiş, hayat ne kadar güzel, bak biz sevgilimle ne kadar mutluyuz diyor ve hiç olmadığı kadar istisnasız herkes. Nasıl yorulduğumu anlatamam... Artık benim için de tek kurtuluş ölmek olur sadece. Gelmesini iple çekiyorum.
Benimle konuşmayı kesti... Nasıl yorulduğumu anlatamam. Hâlâ ağlatmaya devam ediyor. Üstelik konuşmak istememesinin sebebini ise bilmiyorum. Gayet iyi gibiydi her şey. Ne yaptığımı çok merak ediyorum ve bana sebebini söylemesi için bir yazı yazdım, ağlamamı durduramayak...
"Aşkta kanun yoktur." (Sekaiichi Hatsukoi)
Scorpions - Kojo No Tsuki - Always Somewhere - Bunların içinde sen, hayallerim ve gerçekler var.
Holiday'i de es geçemem.
"Aşkta kanun yoktur." (Sekaiichi Hatsukoi)
Scorpions - Kojo No Tsuki - Always Somewhere - Bunların içinde sen, hayallerim ve gerçekler var.
Holiday'i de es geçemem.
Cuma
Bizim eleman hala firarda. Bakalım ne vakit döner.
Göksel - Bi Seni Konuşurum - Göksel sevmem aslında :) yani onun müzik tarzını.
Nil Karaibrahimgil - Çok Canım Acıyor (Melodiyi çok sevemedim ama sözler güzel hem eğlencelide...)
Göksel - Bi Seni Konuşurum - Göksel sevmem aslında :) yani onun müzik tarzını.
Nil Karaibrahimgil - Çok Canım Acıyor (Melodiyi çok sevemedim ama sözler güzel hem eğlencelide...)
gel bizim aşkımız fani olmasın
herhangi biri mani olmasın
enerjin nerde
güç içinden gelende
otuz olmadan kırkında mısın?
herhangi biri mani olmasın
enerjin nerde
güç içinden gelende
otuz olmadan kırkında mısın?
çok canım acıyo
çok içim yanıyo çok
söylüyorum dinlemiyo
çok içim yanıyo çok
söylüyorum dinlemiyo
ben ya direk sana
ya kabristana
ya hindistan’a
çok canım acıyo ya
ya kabristana
ya hindistan’a
çok canım acıyo ya
dediler aşka sabır
ya da sefer lazım
dedim eyvallah yok itirazım
sabrın nerede seferin önünde
acelen mi var firarda mısın?
ya da sefer lazım
dedim eyvallah yok itirazım
sabrın nerede seferin önünde
acelen mi var firarda mısın?
çok canım acıyo çok
Perşembe
Normalleşiyorum. Ender'in bu sürece, onunla konuşmama izin vermesi dışında pek bi katkısı yok. Olmasını da istemiyorum, dediğim gibi nefes alması yetiyor. Hala dolu dolu yaşıyorum tabi ve artık eskisi gibi sağlıklı düşünebiliyorum. Onun hayatımdan çıktığı düşüncesi hayatımı felç etmişti resmen. Şimdi nefes alabiliyorum. Onunla konuştukça arada soğur gibi de oluyorum bundan ancak onu görünce emin olabilirim. Hatta bugün görmesem daha iyi olabileceğini düşündüm. Bu elemanın huyu böyle birine bağlanacak yapıda biri değil. Bu durumun keyfini çıkarıyorum, benim olmaması işime geliyor. Sadece aşkımı kendi içimde dolu dolu yaşıyorum...
Salı
Pazartesi
Pazar
Hediyem eline ulaşmış. O kadar para vermeme rağmen kargodan bana 'alıcıya ulaşmıştır' gibi bir mesaj gelmedi. Bunun yerine Ender mail atmış, aldığını, beğendiğini söyleyen. Kendimi tutmaya çalışıyorum ve buna rağmen tutamıyorum, biliyorsunuz. İradesiz bir insanım galiba, aslında daha önce hiç değildim. Bende cevap yazdım üstüne bir şeyler de sordum, şimdilik bekliyorum...
Buna benzer bi tane de ona gönderdim. Canım sıkıldıkça, özledikçe alıp bakıyorum. Yakında kendi yaptığım resme aşık olcam valla.
Çok duyarsız, bir sebebi olmalı...
Cuma
Sanat, Dyonisius ile Apollon'un mücadelesidir derler.
Aşk ise Dyonisius'un zaferidir.
Aşk bir meydan muharebesidir. Her yanı ateştir, bıçaktır, nal sesleridir. Tehlikelidir. Ölüm doludur. Ama olağanüstü güzeldir. Ortaçağlar kadar güzeldir. Sıradağlar kadar güzeldir. Dörtnala koşan atlar kadar güzeldir.
Dağlar...
Gökler ve atlar...
Haykırarak birbirine kavuşan ordular.
Ve bütün ihtişamı ile ortaçağlar.
Aşk işte bunların buluştuğu yerdedir.
Büyük bir aşk her zaman rastlantıdır. İlişki sipariş edilir. Satın alınır. Hak edilir. Hatta çalınır. Ama aşk sadece bulunuverir. Birdenbire.
Aşkta şehveti, sofrada iştaha benzetirler. Doğrudur, ama şöyle: Şehvet aşkın değil asıl aşk şehvetin iştahını açar. Şehvet aşkın bütün iştahı ise, ne o aşk ne de o şehvet uzun ömürlü olur.
Ender rahatsız oluyorsun dimi benden? Onu kırmak üzmek hiç
istemiyorum, sürekli yardım etme duygusu ama yapamamak. Yakın durmak mı iyidir
acaba, uzak durmak mı? Ben bu kadar severken uzak durmayı kendime
yediremiyorum. Temsil gereği babam bir telefon uzağımdayken yakın da
olamıyorum. O kadar çok seviyorum ki, beni sevmesin istiyorum. Rahatsız olsun
benden, rahatsız olup soğusun belki de.
Hiç bir zaman ağlayan çocuklar gibi kendimi yırtarak “anne
şu şekeri bana alsana” demedim. Bir iki isteğimde oldu tabi ortaokulda, lise de
falan. Ama kesinlikle aşırı ısrarcı olmadım. Onlara bakıyorum da ne kadar ısrarcılar
ve alana kadar kendilerini ağlamaktan almıyorlar. Ya da yetişkin birinden
bahsedelim. Çok beğendiğimiz, tam aradığımız şeyi bulduk diyelim. Bu kıyafet, araba yada her neyse satın alabilmek için efor sarf eder, kendimizi yırtar,
bize uygun durup durmayacağını belki de çok düşünmeden yinede almak isteriz.
Tüm bunları anlıyorum. Sadece istemek ve zorda olsa olabilecek şeyler, basit şeyler
yani. Ender'i istiyorum, sadece onunla olmak istiyorum, onun suratında kendimi
görüyorum çünkü. Çocukluğumu, gençliğimi, her şeyi... Ona sahip olmak istiyorsun,
onunla olmak istiyorsun sürekli, yanından ayrılmasın istiyorsun, normal şartlarda belki
çabalarsam olabilirdi de, bilemiyorum ama bu kadar çok istediğin bir şeyin yanında olmaması gerektiğini sürekli birileri durmadan tekrarlıyor. Sende farkı gayet iyi
biliyorsun ama yinede yinede çok istiyorsun.
Ne yapmalı? Hemen bütün iletişim bilgilerini sil, görmek için
yaşadığı şehre gitme planlarından kurtul olsun bitsin. Sonra yapıyorsun. Tamam,
haber almıcam, sesini duymıcam ve görmicem artık. Bitti. Sonra, zaten şöyle
çirkin, böyle kötü bi insan bahaneleri arayıp buluyorsun ki aklına da yatsın,
kendini gerçekten ikna et. Tamam diyorsun şimdi her şey yoluna girdi. Artık
hayatıma daha tedbirli ve huzurlu, eskisi gibi rahatça devam edebilirim. Bitti.
Bitti işte. Bu kadar. Ohh be dünya varmış...
Sonra ertesi gün, sonra ertesi gün, sonra ertesi gün...
Bekliyorum, sadece zamanın geçmesini bekliyorum ama gün geçtikçe nefes
alamıyorum sanki. Sonra, acaba başına bir şey geldi mi? Yok yok bunları düşünme,
aa şu insanlara bak, etrafa bak, onlarca belki yüzlerce, binlerce daha iyi
erkekler bulabilirsin. Düşünme, başkalarını da bırak sadece kendi hayatını yaşa
işte…
Sonra, ya ona bir şey olur ve öğrenemezsem düşüncesi. Ya ölürse, ya
ağlarsa, ya üzülürse, ya acı çekerse... Ne yaparım o zaman? Ya ben duyamazsam
bilemezsem...
Boş ver Fatma ona bir şey olursa hissedersin. Çünkü sürekli içinde
taşıyorsun.
Peki, hissedince ne değişecek, arayamadıktan sonra? Nasıl emin
olacağım?
Bu hayata bir kere geliyorum ve tanıdığım öyle biri var ki ben
onun hatalarını göremiyorum bile. Bunu yapabildiğim başka bir insan da yok
üstelik. Ne yapmalıyım yinede bırakmalı mıyım, yoksa yaşamalı mıyım?
Çok düşündüm tüm bunları, çok fazla ve durmadan. Olmayacak bir
ilişkiye başlamak, bu yapılabilir mi? Yapılırsa ne olur? Kendi üzüntümü ya da
ailemden duyacağım hakaretleri saymıyorum. Ona bir şey olur mu acaba? Bir gün beni
severse ve sonra terk edersem üzülür. Bunu istemiyorum, o zaman uzak
durmalıyım. Nefsine hâkim ol Fatma.
Ama böyle mutlu yaşayamıyorum ki?
Bekle o zaman sadece bekle.
Tamam. Bir şartla, tarih belirleyelim.
Nasıl?
Bir ay sonra veya en erken 10 gün sonra ona bir kaç mesaj atalım
yada arayalım. Giderek belirlediğimiz tarihi uzatalım böylece hem ondan haber
alır hem de kendimi belirlediğim bir tarih olduğundan tutabilirim.
Peki, en son ne zaman bir şey yazdık?
Mart 5
Cevap geldi mi?
Hayır.
Başına bir şey gelmiş olabilir mi? Acaba mesajlarını okumuyor
olabilir mi?
Yüksek ihtimal okumadan siliyordur. Böyle düşün...
Tamam, hangi tarih yapalım.
10 gün sonrası olsun.
Mart 15 yani.
Evet.
Dur dur böyle beşli beşli gitmeyelim. 18 i yapalım mı? Hem sen 18
rakamını seviyorsun. Hem de kendini tutma konusunda biraz daha sabır göstermiş
olursun. Ufak ufak da kendimizi kontrol etmeyi öğrenmiş oluruz belki.
Tamam, 18 olur güzel rakam.
Mesajlarım günler öncesinden hazır zaten ,yazıp yazıp
gönderemediğim mesajlarım duruyor. Söylemek istediklerim belli. Tamam yazarım bir
şeyler. Süper.
Ayın 18 i gündüz yazamam belki işi vardır, akşam yazarım. Akşamın
erken saatleri de olmaz belki yemek yer, işi gücü vardır, bir şeyler yapıyordur
rahatsız etmemek gerek. O yatmadan önceki saatlerde olabilir 11 gibi iyidir.
Tamam.
Ayın 18 i saat 11 i gösteriyor ve heyecanlıyım çok hem de. İlk
mesajımı gönderiyorum, ardından diğerleri, bir yandan telefonu pasif olarak
kullandığından mail atabilir düşüncesiyle mail sayfam açık bekliyorum ama hiç
bir yanıt yok. En azından arayıp merak ettiklerimi sorayım, sonra da bir sonraki
tarih. Zaten bir kaç arkadaştan ‘hayatını yaşa sadece, fazla düşünme’ gazı da
almışım.
Arıyorum...
Ama açmadı. Kapattı hatta çalar çalmaz. Arkasından bir kaç mesaj
daha. Yarın tekrar arayacağımı söylüyorum ve içimden geçenleri.
Ertesi gün çok yoğun geçiyor. Yurda dönüyorum, içeri girmeden
mahallede turluyorum. Herhalde 1 saat parklarda, sokaklarda, birazda kırtasiyelerde
oyalanmışımdır. Saat 6 oldu. Gene heyecanlıyım bekliyorum biraz sakinleşmek
için ve arıyorum.
Açıyor. Bu kez sesi daha iyi geliyor. Mesajlarımı okuduğunu
öğreniyorum, aslında sadece sesini duymak yetiyor. O kadar iyi geldi ki bütün
dertlerim konuşurken uçtu gitti sanki. Evet böyle biri var ve yaşıyor bu gerçek
olamayacak kadar güzel sanki. Yurda giriyorum ama ağzımı kapatmalıyım artık. Odadayım
ama hala gülüyorum. Ardından bir mesaj daha atıyorum ve tamam artık. Kargomu da
gönderdikten bir kaç gün sonra eline ulaşırsa haberim olacak. Ondan sonra
da yeni bir tarih belirlerim.
Mutluyum ama gerçekten mutluyum. Artık bir şey beklemiyorum,
derslerime adam gibi odaklanayım. Aksatmak istemiyorum ve günü gününe
çalışmalıyım ki bir an önce bol gelirli bir meslek sahibi olup, onu da alıp Tahiti’ye
gidelim. Olmazsa Malta'da olur. Ya da dünyanın başka bir yerine fark etmez. Biraz tatil sonra döneriz.
Ona saldırmayı veya sahip olmayı da düşünmüyorum, sadece doya doya bakayım,
sarılayım, yorulana kadar gezelim hepsi bu.
Ertesi gün, uykusuzum, hem de nasıl. Derste hocayı anlayabilmek
için kendimi nasıl zorladığımı anlatamam. 9:30 da ki ders için sabah 5 te
kalktım biraz daha çalıştım, bir kaç saat uyudum sadece, kahvaltımı da yapamadım.
14-15 gibi yurda girdim. Gelen grafik işlerini yaptım, bir şeyler atıştırdım,
duş, yemek derken saat 10 olmuş yaptığım işleri gönderirken bi kaç saniyelik
beklemelerde bile gözlerim kapanıyor ama kendimi kaldırıyorum neyse yatıcam nihayet ve gece kalkıp ders çalışıcam. Dişler, kremler derken, yatağımın üzerindeki telefon çalıyor. Tam o
esnada arkadaşım hemen benim yatağın yanında ve o bakıyor telefona.
Kim o?
...
Gülşah kim o? Etrafa bakıyor. Tekrar telefonu eline alıp bakıp
bırakıyor, sonra tekrar.
Bende gülerek kalkıp ‘eee söylesene’ diyerek yanına gidiyorum. Gördüklerim
şöyle; 1 Yeni Mesaj Ender Ahali.
Ender evdeki birinin numarasıyla mesaj atmış. Odadaki herkes şok
oldu, ben daha çok. Herkes merakla;
Ne diyor Fatma?
Napıyosun diyor.
O akşam mesajlaştık, babası yatana kadar sanırım, babasının
telefonuyla attığına göre. Çok bir şey konuşmadık ama yetti.
Ona daha neler neler söylemek istiyorum ama bana bağlanmasından
korkuyorum. Sonraki günün gecesi rüyamda onu gördüm ve mesajımı da deli gibi rüyanın o mutluluğuyla uyanınca ona yazdım. Tamam yeter artık daha fazla yazmıyoruz.
Bu daha önce yaptığım bir resmi arkadaşım merak edince biraz daha
gerçekçi olsun diye photoshopta gözlerini küçültüp, burnunu birazcık büyüttüm.
Sonra da buraya yüklemek istedim, çünkü bu önceki yüklediğimden daha yakın gerçeğine. Bu kadar güzel bir genç değil ama olsun bana en az Picasso'nun Guernica'sı gibi eşiz, devasa ve güzel gözüküyor. Ender bir başyapıt yaa… En azından
benim gözümde...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)