Yine ve yine aynı şeyler aklıma takılıyor. Seni seven bir insanın halini hatırını sormak hiç mi akla gelmez? Bende mi bir gariplik var?
Ender biliyor musun içinde koca bir evren taşıyorsun. Kesinlikle.
Yasom tamam artık yeter. Benim için daha fazla uğraşma. Senin gibi bi arkadaş bulamam bundan çok eminim, keşke erkek olsaydım be, alırdım seni. Gerçi M ile olamıyorsa benle de olmazdı. Şimdi gel de küfretme arkadaş. Ama tamam diyorum, artık tamam, konuşmayalım ki daha mutlu olalım. Çünkü öbür türlü deşildikçe deşiliyorum...
Film ve dizi yorumlarımda spoiler bulunmaktadır. Tüm okurlarımın bilgisine.
Perşembe
Trt 1'de yeni bir dizi başlamış adı Beni Böyle Sev. Mevzunun bir kısmı Akçaabat'ta geçiyor. Başrolleri zaten seviyordum daha fazla sevmeme neden olacaklar sanırım. Yaşadığım ve sık sık baktığım manzarayı gösteriyorlar, hatta bizim mahalleyi, üstüne de aşk hikayesi kurmuşlar ki sormayın. Senaryonun akışı şimdilik hoş ilerliyor. İç sesler güzel, özellikle kızınkiler. Yer yer kendimi de buldum. Arkadakileri düşünerek hareket ediyor çünkü. Bu dizi Hatırla Sevgili'den sonra izleyebileceğim ikinci Türk dizisi olabilir. Bakalım...
Çarşamba
Dünya tersine dönmüş. Kızlar erkeklerden daha cesur ve anladığım kadarıyla ataklar. Birde Esma gibi örnekler olmasa bu işi biz devralacağız ama olay Esma da değil ki. olay onunkinin cesaretinde. Gerçi yaşı geldiğinden mi bu cesaret? Yok yok kızlar bu işleri erkeklerden daha iyi yapıyor. Onlar gibi pısırıkça duygularını saklayarak yaşamıyorlar galiba.
Sezgilerimi gerçekten seviyorum. Birine selam vermek istemediğimde, yani içimden gelmiyorsa altından muhakkak bişey çıkıyor. Bugün neden o insanlara ısınamadığımı daha iyi anladım. Hepsinden uzak durmalı, girdikleri ortamları ve insanları kırıp dökmekten başka yapabildikleri eylem yok. O kadar orospu ve ibneler var mıydı bu hayatta? Bu aralar ortalık onlardan geçilmiyor.
Televizyonda duyduğum açıklamaya bakın: Bilimsel olarak kadınlar günde yalnızca bir kez cinselliği düşünüyorlarmış. Erkeklerde ise 40 sn de bir. Abartılmış gibi geldi ama gerçek. Bu kadar çok mu düşünüyorlar işe bak, o zaman Ender'e hak verebilir miyim? Ama direksiyon denen bişey var kullanmayı bilsinler arkadaş.
Esin Engin - Bana Ellerini Ver.
Sezgilerimi gerçekten seviyorum. Birine selam vermek istemediğimde, yani içimden gelmiyorsa altından muhakkak bişey çıkıyor. Bugün neden o insanlara ısınamadığımı daha iyi anladım. Hepsinden uzak durmalı, girdikleri ortamları ve insanları kırıp dökmekten başka yapabildikleri eylem yok. O kadar orospu ve ibneler var mıydı bu hayatta? Bu aralar ortalık onlardan geçilmiyor.
Televizyonda duyduğum açıklamaya bakın: Bilimsel olarak kadınlar günde yalnızca bir kez cinselliği düşünüyorlarmış. Erkeklerde ise 40 sn de bir. Abartılmış gibi geldi ama gerçek. Bu kadar çok mu düşünüyorlar işe bak, o zaman Ender'e hak verebilir miyim? Ama direksiyon denen bişey var kullanmayı bilsinler arkadaş.
Esin Engin - Bana Ellerini Ver.
Salı
I Love You Philip Morris
I Love You Philip Morris (2009)
Yönetmen: Glenn Ficarra, John Requa
Senaryo: Glenn Ficarra, John Requa
Ülke: ABD, Fransa
Tür: Dram, Komedi, Romantik
Bu dünyaya bakış açımı değiştirmeme vesile olan bir sitede liste başı yapmış bir mangaydı sadece. Popüler olanlar merak edilir. Türüne bile bakmadan hemen indirip okumaya başladım. İnanamadım. Gay hikayesi. Okudukça, çizimleri gördükçe tiksindim. Gerçekten kusacaktım. Başta boşver bırak, başka bişey mi yok dedim kendi kendime ama insan içten içe olacakları merak ediyor ve en popüler manga olmasının sebebini de. Nihayetinde tabi ki okumaya devam ettim. Şimdi ise en popüler mangam, türü yaoi olan bir eşcinsel mangası. Cezbeden ise tutkuları, anlamsız olanın arzulanması. Hemcinslerinden hoşlanmayan acınası fakat alımlı kızların erkekler tarafından ilgi görmemesi. Bu nasıl bir dünyadır. Kesinlikle çok sevdim.
Nette bir gün videolara bakarken bu filmin fragmanına rastladım, belkide fragmanı filminden vasat olan sayılı filmlerdendir. Olayın gerçek olması ise durumu daha güzel yapıyor. Başlı başına bir kurgu olsa da yinede güzel olurdu ama bu ayrı bi güzel ya. Anladığım kadarıyla bizim bildiğimiz para babası Philip Morris'la ilgisi yok. İsmi duyunca aklıma ilk gelen kişi olduğundan öyle zannetmiştim. Filmi beğendim, gerçekten beğendim. Yalnız homolara karşı antipatisi olanların izlemesi ne kadar doğru olur bilemiyorum. Fikirlerini bu film değiştirir mi onuda kestiremiyorum ama ilk kez izleyecekseniz görecekleriniz sizi rahatsız etse bile tavsiye ederim. Önyargılı Türkler izleyerek absürt yorumlar karalamasınlar yeter. Steven'ın sahip olduğu tutku, içinde bulunduğum durum gibi bunu da anlamak çok güç. Philips de ne var ki onu özel yapan? Sadece yakışıklı olması mı? Hayır belki tavırları da. Bu anlamda Ewan McGregor'ın oyunculuğuna laf edemem. Ama işte bunları sormakla çözüm bulunmuyor. Belki onunla güzel bir hayat kurarak huzura eriyor insan. Bunun için yapılanlar, çevrilen dolaplar, söylenen yalanlar... Beni içine kadın kaçmış, ister istemez gay hareketleri yapan değil normal duran eşcinseller daha çok etkilemiştir. Burada o karakterde Jim Carrey'di işte. İnsanların kendisinden beklentilerinin dışında bir tercih yaptığından dolayıda onu tebrik etmekten başka ne yapılabilir ki. Oyunculuklar zaten ortada, bunun dışında başta senaryo, kurgu, ışık, kostüm, vizör... Film gerçekten güzeldi.
Önyargılarımı kırdıktan sonra LGBT'den tanıdığım sıradışı insanlar oldu. Okuldan da itiraf etmeseler de gay arkadaşlarım var artık ve onları gerçekten çok seviyorum. Bana aşık olamayacaklarından, sırdaşlık falan olacağından değil. Farklı arzuları, farklı bakışları oldukları için onları kendime yakın buluyorum. Daha farklı ve derin bişeylerin peşinden koştukları kesin. Onlar ve translar için çıkardığım birazcık devasa bir seri eserim bile var. Bundan sonrası ise senaryolarla ilerliyor. Ama hâlâ lezleri dahil etmekte ise zorlanıyorum...
Ayrıca bu aralar haberleri çıkan Rüzgar Erkoçlar, zor bir süreçten geçtiği belli değil mi. Üstelik yaptığı seçim onun öz benliğiyle ilgili ve bu yönde bir dönüşüm yaşıyor. Herkesi karşısına alıyor, kendini ifade ediyor, ikna ediyor, operasyon geçiriyor, hakkında çıkan haberler ve yorumlarda cabası derken sancılı bir süreç. Ama bu insan bize farklı gibi gözüken kendi gerçekliğinin peşinde. İnsanlar ise sadece saygı duymalı özellikle müslümanlar...
Özetle, sıradan tercihleri ve sıradan bakış acısı olan bir kız olarak Gayleri gerçekten seviyorum...
Ayrıca herşey cinsellik değildir...
Pazar
Bu sabah fark edilmeseydi dumandan ölüyordum resmen, kardeşim kurtardı.
Onlarca beyaz yazmalı kadınların arasında bile Ender. O kadar alakasız bir yer ki. Ve en fazla acıtan yer. Işık için, semaya yükselmek için dönmek. Mucize 1, yetmedi, mucize 2, bu da kesmedi, ve mucize 3. Gördüklerimi yada duyduklarımı Ender'in de görmesini yada duymasını isterdim. Bunu hep istiyorum sonrada kendime, "ama olmaz dünyası değişir, altından kalkamaz, eminim ezilir" diyorum.
Bütün dünya kıtlıkla baş başa kalsa da, bizimkiler bu hayatta var oldukça kimse korkmasın. Tencerelerimizin dibi deliktir, kuyu var sanırsınız. Öyle bir su içersiniz ki sizi sarhoş etmeye yeter, bu sadece basit bir et suyudur. Öyle bir hoşaf içersiniz ki sizi aşık etmeye yeter, bu sadece basit bir erik suyudur. Ve öyle bir yemek yersiniz ki başka bir yerde asla bulamayacağınızı kokusundan bile anlarsınız. Normal gibi duran lahana sarma, etli nohut, pilav ve ekmek. Öyle sofralar kurulur ki fark edemezsiniz. Öyle kalabalık olur ki hiç bir yerde göremezsiniz. Bu kalabalıkta öyle insanlar vardır ki ortası yoktur... Levent bu akşam sende bunları yaşadın mı? Duyduğuma göre sizin tarafta çok kalabalıkmış zaten yanan ışıklarınızdan da anlaşılıyor...
Yağmur yağıyor ve ben eteklerimi toplayarak eve kadar aceleden ve tebessümle koşuyorum. Uzun zamandır koşmaktan boşluklarım acımamıştı...
Onlarca beyaz yazmalı kadınların arasında bile Ender. O kadar alakasız bir yer ki. Ve en fazla acıtan yer. Işık için, semaya yükselmek için dönmek. Mucize 1, yetmedi, mucize 2, bu da kesmedi, ve mucize 3. Gördüklerimi yada duyduklarımı Ender'in de görmesini yada duymasını isterdim. Bunu hep istiyorum sonrada kendime, "ama olmaz dünyası değişir, altından kalkamaz, eminim ezilir" diyorum.
Bütün dünya kıtlıkla baş başa kalsa da, bizimkiler bu hayatta var oldukça kimse korkmasın. Tencerelerimizin dibi deliktir, kuyu var sanırsınız. Öyle bir su içersiniz ki sizi sarhoş etmeye yeter, bu sadece basit bir et suyudur. Öyle bir hoşaf içersiniz ki sizi aşık etmeye yeter, bu sadece basit bir erik suyudur. Ve öyle bir yemek yersiniz ki başka bir yerde asla bulamayacağınızı kokusundan bile anlarsınız. Normal gibi duran lahana sarma, etli nohut, pilav ve ekmek. Öyle sofralar kurulur ki fark edemezsiniz. Öyle kalabalık olur ki hiç bir yerde göremezsiniz. Bu kalabalıkta öyle insanlar vardır ki ortası yoktur... Levent bu akşam sende bunları yaşadın mı? Duyduğuma göre sizin tarafta çok kalabalıkmış zaten yanan ışıklarınızdan da anlaşılıyor...
Yağmur yağıyor ve ben eteklerimi toplayarak eve kadar aceleden ve tebessümle koşuyorum. Uzun zamandır koşmaktan boşluklarım acımamıştı...
Bu kadar şiddetli müzik dinleme isteğim hiç olmamıştı. Çoğu zaman meraktan yada gerektiğinden dinlemiştim. Severekte dinlediğim oldu tabi, şarkı güzel deyip ama anlam yüklemeden işte. Şimdi ise durmadan aşk şarkıları dinlemek istiyorum, bu bazen kötü yapıyor bazen sadece hoş. Ayrıca biliyorum ki ilerde başkasıyla evlendiğimde yada şu ankinden çok farklı yada aynısını daha yaşlı halimle yaşadığım bir hayatım olduğunda, bugün Ender'e bağladığım, onun bana verdiği aşkla dinlediğim şarkıları duyarsam, bu belki çok fazla acıtacak. Belkide tekrar ağlamamı yada gençlikti gelip geçti dememi sağlayacak. Ne kadar geçer bunu kestiremiyorum. Bunların hesabı yapılır mı ki? Sadece yaşanır dimi? Ama ben yaşayamayan taraftayım bu sebeple tek düşünebildiğim bu durumdan en az zararla kalkabilmek.
Bunları söyledikten sonra bulduğum çözüme bakın; o bıktığında ayrılmak üzere sevgili olmaya başlamak. Kabul eder mi ki? Onu bilemem ama bahsettiğim dizinin sözlerinin arasında kız "Dünyada hiçbir kadın bitecek bir aşka başlamaz" demişti.
Kendi adıma, demek o kadar açım ki sonuçları ne olursa olsun onunla bir ilişkiye başlamak istiyorum. Bu tek taraflı da olsa.
Yeni senaryolarımızı çıkardık. Sonuçları görelim...
Bunları söyledikten sonra bulduğum çözüme bakın; o bıktığında ayrılmak üzere sevgili olmaya başlamak. Kabul eder mi ki? Onu bilemem ama bahsettiğim dizinin sözlerinin arasında kız "Dünyada hiçbir kadın bitecek bir aşka başlamaz" demişti.
Kendi adıma, demek o kadar açım ki sonuçları ne olursa olsun onunla bir ilişkiye başlamak istiyorum. Bu tek taraflı da olsa.
Yeni senaryolarımızı çıkardık. Sonuçları görelim...
Cumartesi
Gönderilemeyen Mesajlar;
Ben neye bakıyorsam ne yapıyorsam sende benimle yapıyorsun.
Acaba mesajlarımı okuyor musun? Okumuyorsan sayfalarca Seni Seviyorum yazıp sapıklar gibi gelen kutunu doldurabilir miyim?
Ne yapıyorsun acaba?
PSY İstanbul'da duydun mu? :P Konserine gidersen haber ver. :D (Onu orda hayal bile edemiyorum :D)
Efes maçı güzeldi dimi? İzledin mi acaba?
Ben neye bakıyorsam ne yapıyorsam sende benimle yapıyorsun.
Acaba mesajlarımı okuyor musun? Okumuyorsan sayfalarca Seni Seviyorum yazıp sapıklar gibi gelen kutunu doldurabilir miyim?
Ne yapıyorsun acaba?
PSY İstanbul'da duydun mu? :P Konserine gidersen haber ver. :D (Onu orda hayal bile edemiyorum :D)
Efes maçı güzeldi dimi? İzledin mi acaba?
Frank Sinatra - I Can't Stop Loving You
I can't stop lovin' you
So I've made up my mind
To live in memory
Of old lone some times
I can't stop wantin' you
It's so useless to say
So I'll just live my life
In dreams of yesterday
Those happy hours
That we once knew
Though long ago
Yeah they make me feel blue
They say that time
Heals a broken heart
But time has stood still
Since we've been apart
Ayrıca olmazsa olmaz Frank Sinatra - Can't Take My Eyes Off You (I love you baby)
I can't stop lovin' you
So I've made up my mind
To live in memory
Of old lone some times
I can't stop wantin' you
It's so useless to say
So I'll just live my life
In dreams of yesterday
Those happy hours
That we once knew
Though long ago
Yeah they make me feel blue
They say that time
Heals a broken heart
But time has stood still
Since we've been apart
Ayrıca olmazsa olmaz Frank Sinatra - Can't Take My Eyes Off You (I love you baby)
Yüksek Sadakat - Aşk Durdukça
Dünya döner bir gün daha
Yeryüzünde aşk durdukça
Gece erken inse bile korkma
O hep seninle kaldıkça
Biliyorsun gitmem gerek
Yollar bitmez düşünerek
İster sonuç de istersen sebep
Bu düğümü çözmem gerek
Beki sana yazarım uğradığım bir şehirden
Renkli bir kart atarım Mekke yada Kudüs'ten
Sonra bir gün çıkarım sen artık dönmez derken
Bir şarkı fısıldarım kulağına gün batarken
Dünya döner tek bir yana
Doğsun diye gün bir daha
Ben de döndüm tekrar sana
Sönmek için yana yana
Başlarken itici gelmişti ama nihayetinde güzel.
Dünya döner bir gün daha
Yeryüzünde aşk durdukça
Gece erken inse bile korkma
O hep seninle kaldıkça
Biliyorsun gitmem gerek
Yollar bitmez düşünerek
İster sonuç de istersen sebep
Bu düğümü çözmem gerek
Beki sana yazarım uğradığım bir şehirden
Renkli bir kart atarım Mekke yada Kudüs'ten
Sonra bir gün çıkarım sen artık dönmez derken
Bir şarkı fısıldarım kulağına gün batarken
Dünya döner tek bir yana
Doğsun diye gün bir daha
Ben de döndüm tekrar sana
Sönmek için yana yana
Başlarken itici gelmişti ama nihayetinde güzel.
Kardeşim en az 1 yıl önce izlediğimiz bir dizinin bölümlerine tekrar açıp bakmak istedi. Fark ettim de o erkek başrole ne kadar benziyormuşum. Şok olmamak içten değil, ben bu replikleri unutmuşum lan. (o.o) O kadar şeye rağmen mutlu fakat başarısız son. Bu dizinin senaryosunu fantastik olmasından dolayı çok sevmiştim. Meğer yersizmiş. Biz daha iyisini yapabiliriz... Her ne olursa olsun tartışılmayacak güzellikte ki repliklerini yabana atamam.
En iyisi bu mu?
Emin misin?
En iyisi bu mu?
Emin misin?
Cuma
Keşke Ender'le beyaz bi teknemiz olsa çok büyük olmasına gerek yok. Sonra ölümüne gezsek. Biraz insanlara karışsak ama çoğu zamanda onlarsız...
Henüz ocak ayının 5 den beri ağlamadığım veya onu düşünmediğim bir gün olmadı. Olursa o mutlu günde onuda bu durumdan haberdar etmeyi düşünüyorum, o an anlamsız gelirse de etmem.
Hep o. Bugüne kadar başka bir şeyi bu kadar düşünseydim garanti veriyorum bilim adamı falan olurdum.
Yıllarca kimseye aşık olamıyorsun. Olunca da belkide çok mutlu ve rahatça yaşayacakken, bu durumun mutluluğu dışında her şeyi yaşıyorsun.
Sanırım onun için kendini tutmak çok kolay, hatta öyle bi derdi bile yok. Sevmiyorsan konuşmak için bahanede aramazsın. Ben kendimi tutabilmek için ne yapmalıyım. O çelimsiz vücuduyla Hellsing'imin içine girip kahraman bile olmaya çalışıyor.
"Sorun tamamen senlik"
Biri beni durdursun artık. Sürekli onunla konuşmak ve yanında olmak istiyorum.
O cümleleri duymamalıydım. Resmen vurdu ve kaçtı işte. Kendini kurtardı belkide. Bunun için sevinmeli yoksa sana da ona da yazık olacak. Dur artık dur!
Sürekli ona gönderemediğim mesajlar yazıyorum. İstemekten vazgeç ki oda mutlu olsun. Bunu kendin için yapamıyorsan onun için yap gerizekalı.
O isterse beni hiçbir yere alıp satmasın, hatta... yine de lanet olsun yinede çok seviyorum. Böyle olmak zorunda mı?
"Yollarımız ayrıldıktan sonra bu ani duygu değişimin normal mi?" Ayrılmak mı? Yol mu? Hangi yol? Nasıl bi yol? Nereye gider? Nasıl kıvrılır? Ani mi? Bu durumu sen sağlamadın mı?
Tamam sorun tamamen benlik.
Henüz ocak ayının 5 den beri ağlamadığım veya onu düşünmediğim bir gün olmadı. Olursa o mutlu günde onuda bu durumdan haberdar etmeyi düşünüyorum, o an anlamsız gelirse de etmem.
Hep o. Bugüne kadar başka bir şeyi bu kadar düşünseydim garanti veriyorum bilim adamı falan olurdum.
Yıllarca kimseye aşık olamıyorsun. Olunca da belkide çok mutlu ve rahatça yaşayacakken, bu durumun mutluluğu dışında her şeyi yaşıyorsun.
Sanırım onun için kendini tutmak çok kolay, hatta öyle bi derdi bile yok. Sevmiyorsan konuşmak için bahanede aramazsın. Ben kendimi tutabilmek için ne yapmalıyım. O çelimsiz vücuduyla Hellsing'imin içine girip kahraman bile olmaya çalışıyor.
"Sorun tamamen senlik"
Biri beni durdursun artık. Sürekli onunla konuşmak ve yanında olmak istiyorum.
O cümleleri duymamalıydım. Resmen vurdu ve kaçtı işte. Kendini kurtardı belkide. Bunun için sevinmeli yoksa sana da ona da yazık olacak. Dur artık dur!
Sürekli ona gönderemediğim mesajlar yazıyorum. İstemekten vazgeç ki oda mutlu olsun. Bunu kendin için yapamıyorsan onun için yap gerizekalı.
O isterse beni hiçbir yere alıp satmasın, hatta... yine de lanet olsun yinede çok seviyorum. Böyle olmak zorunda mı?
"Yollarımız ayrıldıktan sonra bu ani duygu değişimin normal mi?" Ayrılmak mı? Yol mu? Hangi yol? Nasıl bi yol? Nereye gider? Nasıl kıvrılır? Ani mi? Bu durumu sen sağlamadın mı?
Tamam sorun tamamen benlik.
Perşembe
Onu gerçekten yavaşça teneffüs ettim. Tanıdıkça her şeyi güzel gelmeye başladı. Tanımasam da söylediğini varsaydığım şeyler çirkin gelmezdi. Belki de diyorum ona karşı olan bu ilgimin tek sebebi onun benimle ilgilenmiyor olmasıdır. Nedeni her ne olursa olsun durumuma bazı sebepler bulsam da, her ne kadar onları gerçeklere dayandırsam da, bunlardan daha güçlü şeyler hissediyor olmam...
Ender tıpkı yemeyi özlediğim, tadı bildiğin damağımda kalan yemekler gibi. Hatta dayanamayıp bi kaç kaşık yedim. Denemek istedim ne kadar kötü olabilirim ki? Öldürür mü? Ama biraz daha hastaneye geç gitseydik ölebilirdim. Ağrıdan kıvranırken yemek kelimesini bile duymak istemedim. Eğer Ender'le olursam sonuçlarını yaşarken ismini duymak istemicek miyim? Haksızlık ama bu. O kadar özledim ki... Gizlice yemenin bir yolu yok mu?
Salı
Bu kadar duygusal olmamın nedeni aldırdığım 20lık dişlerimle alakalı olabilir mi? Çene kemiği sağlam ve işlevlidir 20 likler ona montalı ve yetişkinlikle gelen zekanın ve yenilenmenin göstergesidir. Ama ben onları aldırıyorum ve ilkini aldırdığımda bağlanmak gibi yada böyle karmaşık dertlerim yoktu. Her şey 20 likleri aldırdıktan sonra oldu. Bence bu durumun dolaylı da olsa benim yaşadığım psikolojik durumla alakası olabilir. İrade zayıflığı, güç kaybı yaratıyor veya değişikliklere uyum sağlamamı engelliyor olamaz mı? Tıp dünyası bence bunu araştırmalı.
Aslında kimi sevdiğini kimlerle beraber olduğunu yemin ederim ben merak etmiyorum. Bana sahip olan bir şey, içimdeki bana ait olmayan başka bir şey merak ediyor. Çünkü ben böyle bir insan değilim. Gerçekten değilim. Sadece merakta etmiyor sıkıntıdan beni sürekli yiyen açgözlü bir ego kendisi...
Denize baktıkça sadece içinde kaybolmak istiyorum...
Bu dünyada kolay aşk diye bir şey yoktur. (Secret Garden)
Aslında kimi sevdiğini kimlerle beraber olduğunu yemin ederim ben merak etmiyorum. Bana sahip olan bir şey, içimdeki bana ait olmayan başka bir şey merak ediyor. Çünkü ben böyle bir insan değilim. Gerçekten değilim. Sadece merakta etmiyor sıkıntıdan beni sürekli yiyen açgözlü bir ego kendisi...
Denize baktıkça sadece içinde kaybolmak istiyorum...
Bu dünyada kolay aşk diye bir şey yoktur. (Secret Garden)
Sabahın köründe can sıkıntısından yol boyunca telefonumu karıştırırken bir de ne göreyim Ender'e gönderdiğim ve en sevdiğim mesaj yok. Silinmiş. Aradım taradım valla yok. Sabah sabah nasıl moralim bozuldu anlatamam, hemen suçluları aramaya başladım. Ama kendimden başka kimseye kızamadım. Neden bırakırsın ki telefonunu evin ortasında? Sonra içimde uyanan "Ender seni seviyorum. Valla billa seviyorum" deme ihtiyacı. Bunu bana kim yaptı? ben onu seviyorum ama, ağlamak üzeriyim. Dokunsanız yaygarayı basıcam orda. Kendimi tutamıyorum, moralim yerle bir, sıramı aldım içeride fenalıklar basıyor o soğukta dışarı çıkıyorum ama üşümek kesmiyor. Sadece üşümemeliyim, donmalıyım çünkü eğer donmazsam içimden gelenleri yazıp yazıp göndericem. Tam yarım saat kadar bankta üşüyerek oturdum, bi 45 dk kadar da bütün polikliniklerde durmadan turladım.Sıram gelmiş olabilir geri döndüm ama hâlâ gelmemiş. Beklemek zorundayım, kapıya yakın bir koltukta neredeyse titreyerek oturuyorum. Arkadaş yok ya, o an biri beni alıp yerden yere vursa gıkımı çıkarmam. Daha fazla dayanamıcam onu sevdiğimi değil de o anlama gelebilecek bir şey yazmak istiyorum. Hem gerçekten ölümüne de merak ediyorum bundan iyisi olmaz diye düşünüyorum ve hemen yazıyorum. "Hâlâ bel ağrısı çekiyor musun?" Yok bu olmadı ayrıca yazmamalısın. Siliyorum. Yok yok yazmalıyım, tekrar aynı cümleyi yazıyorum. Bu saatte atarsam rahatsız olabilir. Siliyorum. Bekle fatma bekle. Tamam yazma işte böyle. Mp3 ün şarjı yolda zaten bitti. Çantama okuduğum kitabı atmadan çıkmayan ben, evden aceleyle çıktığımdan almamışım. Uyu sen en iyisi uyu, duvar kenarında tekli bi koltuk var geç ve uyu. Geçiyorum, kafamı duvara yaslıyorum, uykum var aslında ama bunun yerine cümleyi tekrar yazıyorum. Aklıma bi kere yazma fikri girdi, iradeymiş, yemişim iradeni. Evet iradesi zayıf bir insanım ben deyip aynı cümleyi tekrar yazarak gönderiyorum.
Huuuhhhhhhh raaahhhaaatttlllaaadddııımmm. Hiçbir şeyin değişmeyeceğini hatta anlamsız bulacağını biliyorum ama tutamıyorum kendimi, gerçekten tutamıyorum ve sonra acaba şimdi ne düşünür diye kafamı yemekten başka bir şey de yapamadım zaten.
Onu hatırlamam için telefonumdaki veya maillerimin arasındaki yazışmalara ihtiyacım yok çünkü hiç unutturmuyor ki imansız kendini.
Yanımdaki koltukta oturan sevgililerden kız olanına yerleri temizleyen görevli sert ve sanki yaptığı işin mahcubiyetiyle dövmek ister gibi "kaldır ayağını" dedi ben bile o ses tonuna içerledim sevgilisiyse gıkını çıkarmadı. Lan biri Ender'e benim yanımda öyle bişey yapsa gebertirim la adamı. Sonra kafamdan atamadığım, düşündükçe bunaldığım Ender'den kurtulabilmek için kurduğum, günü birlik arkadaşlıklar. Hemcinsinizle konuşma başlatmak kadar kolay bir şey yok. Sizin bir şey söylemenize de gerek yok, küçük bir yardım size ardı arkası kesilmeyen soruların gelmesine neden oluyor. Orada tek gecelik sevgililer gibi tek günlük arkadaşlarım oldu. Birbirimizi kullandık, faydalandık ve tekrar görüşememek üzere ayrıldık. Kim hastane köşesinde tanıştığı insanlarla görüşmeye devam etmek ister ki?
Bir zamanlar vurulduğumu düşündüğüm biriyle de karşılaştım. Kilo almış...
Ana kampüse, oraya yakın yerlere ve meydana gitmek onu hatırlatıyor ve etrafa iyice bakmak isterken mutlu oluyorum ama onun belkide tekrar gelip görme ihtimalinin olmadığını düşünürken de üzgün.
Evlenmesek olmaz mı?
Huuuhhhhhhh raaahhhaaatttlllaaadddııımmm. Hiçbir şeyin değişmeyeceğini hatta anlamsız bulacağını biliyorum ama tutamıyorum kendimi, gerçekten tutamıyorum ve sonra acaba şimdi ne düşünür diye kafamı yemekten başka bir şey de yapamadım zaten.
Onu hatırlamam için telefonumdaki veya maillerimin arasındaki yazışmalara ihtiyacım yok çünkü hiç unutturmuyor ki imansız kendini.
Yanımdaki koltukta oturan sevgililerden kız olanına yerleri temizleyen görevli sert ve sanki yaptığı işin mahcubiyetiyle dövmek ister gibi "kaldır ayağını" dedi ben bile o ses tonuna içerledim sevgilisiyse gıkını çıkarmadı. Lan biri Ender'e benim yanımda öyle bişey yapsa gebertirim la adamı. Sonra kafamdan atamadığım, düşündükçe bunaldığım Ender'den kurtulabilmek için kurduğum, günü birlik arkadaşlıklar. Hemcinsinizle konuşma başlatmak kadar kolay bir şey yok. Sizin bir şey söylemenize de gerek yok, küçük bir yardım size ardı arkası kesilmeyen soruların gelmesine neden oluyor. Orada tek gecelik sevgililer gibi tek günlük arkadaşlarım oldu. Birbirimizi kullandık, faydalandık ve tekrar görüşememek üzere ayrıldık. Kim hastane köşesinde tanıştığı insanlarla görüşmeye devam etmek ister ki?
Bir zamanlar vurulduğumu düşündüğüm biriyle de karşılaştım. Kilo almış...
Ana kampüse, oraya yakın yerlere ve meydana gitmek onu hatırlatıyor ve etrafa iyice bakmak isterken mutlu oluyorum ama onun belkide tekrar gelip görme ihtimalinin olmadığını düşünürken de üzgün.
Evlenmesek olmaz mı?
Sürekli tayt giydiğimden zayıfladığımı fark etmemişim. Memlekette pantolonlara dadanınca anlayabildim. Hatta taytlarım bile bol oluyormuş kardeşim fark etti. Yüzüm de biraz çökmüş bunu da annem söyledi. Eve gelen mahallenin kadınları "Aşık mısın da bu kadar zayıfladın? Bize söyle, anlat bakalım, rahatlarsın" gibi laflar gevelediler. Sanırım haklılar. Onlara anlatmaksa imkansız...
Birçok kez kaçmak ve gerçekten uzaklara gitmek istiyorum.
Laptop soğutucumu tamir için babama vermemeliydim, ben halledebilirdim diye hayıflanırken benim bile külle japon yapıştırıcısını birlikte kullanmak aklıma gelmezdi.
Gidiyorum deyip de bir türlü gidemeyen misafirlere de tav oluyorum ha.
Biz bu evde bir felsefe okulu kurmalıydık. Annem "Acaba hayvanlar mı üstün insanlar mı?" diye bir soru sordu. Önce güldüm, sonra güdülerle yaşamak belki de akılla yaşamaktan daha verimlidir diye düşünmeden edemedim.
Sonra annem yatmaya gitmeden yanıma yaklaştı ve bana durduk yere, içine mi doğuyor anlamış değilim "Öyle insanlarla bi daha konuşma" dedi. Kimse ne demek istediğini anlamadı. Bende annemi nadiren yaptığım bir şey ama söyler söylemez anladım. Babam "kimden bahsediyor?" diye bana dönerek sordu. Bende "Servet diye inançsız bir arkadaşım var da ondan ama annemin anladığı gibi bir insan değildir" dedim. Ardından babam "kızım sen anneni dinleme, Allah'a inanmayan bir insan etrafta müslüman gözüken onca hayvandan daha insandır. Daha saygılı ve daha duyarlılar, onlar memleket meseleleri, çevreleri ve gerçekliklerle daha fazla ilgili olduklarından zarar görmezsin " dedi. Gülsem mi ağlasam mı bilemedim...
Aşk acısı çekmenin nedenleri;
1. Statü farkı. (Taraflardan birinin diğerinden daha zengin olması. Arkadaş bu acı çekmek için geçerli bir sebep değil ki. Diyelim ki ben çok zenginim. Tüm dünya beni tanıyor ve hayatımda durmadan harcasam bile bitiremeyeceğim bir param var. Hatta o kadar ki illuminatiye falan üyeyim. Günün birinde Ender'le tanışıyorum ve aşık oluyorum. Ama birlikte olamıyoruz çünkü o fakir ve ailem bu duruma karşı çıkıyor. Sebebi ise multimilyoner biriyle evlenmemi ve zenginliğimize zenginlik katmamızı istemeleri tabi ki. Benim muhtemelen bu zenginlik içinde çok iyi bir eğitim aldığımdan ailemin Ender'e karşı olan tavrının ne olacağını kestirmem gerekir. Durumu fark ediyorum, aşık olduğumu ve ailemin asla bu ilişkiye izin vermeyeceğini. Ama onsuz olamayacağımı da biliyorum. Böyle bir durum da profesyonel planlar çıkarırım. Gizli hesaplar açmak ve bilinmeyen yerlere gizli yatırımlar ama o kadar gizli olmalı ki herhangi bir sızıntı evlilik öncesi sorun çıkarabilir. Gizli kaynakları gizli fonlara hissettirmeden olmayan biri adına aktarmak. Daha sonra o gizli birini yaşayan birinin üzerine tahsis etme mevzusu. Mesela Ender'in babası. Ailesi bu durumu kabul eder mi bilemiyorum ama tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır stratejisi uygulayabilirim. Oluşturduğum gizli şirketi, zamanla, küçük karlarla ve bulduğum sponsorluklarla veya reklamlarla artık her neyse büyümesini sağlıyorum. Aradan 3-5 yıl geçmiş durumda ve ben Ender'le gizliden flört ediyorum. Her neyse elimizde iyi yada kötü bir şirket ve babasından devraldığı şirketin patronu Ender. Artık onu yakışıklı ve yetenekli bir para babası olarak ailemin karşısına çıkarabilirim. Ailemin onu fazla tanımasına gerek yok sonuçta evlenecek olan benim onlar değil. Nihayet güzel bir düğün, olmasa da olur ama neyse sonra sadece Ender. Neden bi tarafın zengin olduğu o iğrenç senaryolarda zeki bir başrol hiç göremiyoruz. İş illa imkansızla bitmek zorunda dimi, kişilerin karşılıklı acı çekmeleri gerekiyor dimi. Bence maddi sorunlar, siz isterseniz bütün ülkelerin tek bayrak altında toplandığı bir dünyada var olan tek ülkenin yegane imparatoru olun sorun değil her işe bir kılıf uydurmak mümkün çünkü.)
2. O beni sevmiyor durumu. (Sen necisin ne iş yaparsın diye sorarım bende. Hacı o seni sevmiyorsa sen onu seviyorsun yetmez mi lan onu etkilemeye. Düşündüm de duyguları değiştirmek için yetmeyebilir. Beni sevenlerin hangisini sevebilmiştim ki. Ama benim gibi bir insan aşık olduğunu söylüyorsa bu dünyada herkes herkese aşık olabilir. Olabilir olmasına da onun bize aşık olmasını istiyor muyuz mesele belki de budur. Onun bizi sevip sevmemesi kalbinde kimse yoksa az çok bizim elimizdedir. Bu erkekler üzerinde ne kadar geçerlidir bilemiyorum ama bir erkek bir kızı kendine kolaylıkla aşık edebilir. Sadece yeterince istemeli, kendine güvenmeli ya da kendinden taviz vermeyi bilmeli. Bu tavizi vermek için de gerçekten seviyor olmak gerekir, nefes alamıyor olmak kadar çok. Onun duygularını değiştirebilirsiniz sadece, aşık etmenin garantisini old boy ekibi burda olmadığından veremiyorum. Aşk çok farklı. Mucize çünkü, aslında hiç bilmediğim çok yabancı olduğum, hiç çözemeyeceğim bir durum. Bu sebeple bu mevzuda fazla sallamak istemiyorum. Nihayetinde kendinizi istediğiniz insana sevdirebilirsiniz işte sadece bu biraz bizim elimizde.)
3.Onun kalbinde başkası var. (Güzelim sen de benimle aynı durumdasın ama keşke benim sorunum sadece bu olsaydı belki senin bir şansın olabilir mesela ayrılması veya senin araya çomak sokman gibi. Tabi bunu çaktırmadan yapmalı hissettirmeden. Bunu yaparken de sevdiğinizi üzme ihtimaliniz var unutmayın. Başkasını seviyorsa sana yapılacak bikaç şey düşüyor. Arkadaşlığı koparmamalısın ama bunu yaparken senin onu sevdiğini bilmeli. Her zaman yanında ve istediğinde belki bulabileceği kadar yakınında. Bunun için kendinden fazlasıyla taviz vermen gerekir ama elden ne gelir bu sadece canın dan çok sevenler için geçerlidir haberiniz olsun. Diğer türlüsü yani sadece hoşlanıyorsanız bu fedakarlıkları aklınızdan bile geçirmeyin derim. Onca fedakarlıktan sonra belki kısa bihabersizlik. Sizi merak etmesi ve sizi önemsediğini anlaması vs. Eğer o insanın sizin için var olduğunu biliyorsanız, bunu çok güçlü hissediyorsanız ne yazık ki yinede emin değilim ama bir gün gerçekten sizin olabilir. Bu hayatta hiç bir şeyin garantisi yok belki de sadece talih meselesi.)
4. Dünyaya farklı yerlerden bakıyoruz.(Arkadaşlar bu gerçek aşıklar için bence kesinlikle sorun değil. Bu maddenin burda ne işi var.) Terkedildim. (Bu daha uygun düşebilir. Taraflardan biri hâlâ severken ayrılmak, sizi duygularınızla bırakması, vazgeçmekte zorlanmak, zaman gerek belki de sizin için sadece zaman. Unutmak için değil, yatışmak için. Nihayetinde sevdiğiniz ölmüş de olabilirdi...)
5. Din farkı. (Ben sapına kadar müslümanım hatta tarikata üyeyim o ise yahudi hatta inançsız aileler bizi birbirimize hayatta vermez. Hangi taraf gerçekleri görüyor ki sizi vermiyorlar? Neyse nihayetinde değişmez kurallar hakim, benim biraz sevdiğim kadar sevseydiniz bu lafları etmezdiniz. Ailelerin altından girip üstünden çıkmamaya devam edin.)
6. O benim en sevdiğim arkadaşıma, dostuma veya kardeşime falana filana aşık. (Ne yapmanız gerektiğini tabi ki söyleyemem ister beklersiniz ister sizde onun en yakınıyla çıkarsınız seçim sizin ama dünyayla beraber sizde döndükçe değişmez dediğimiz duygular da değişiyor. Benim duygularım ne zaman değişecek...)
Herkes kendince mantıklı veya mantıksız bunların dışında belki yüzlerce belki daha da fazla nedenlerle acı çekiyor. Belki de gerçekten acı çekildikçe aşk oluyor.
7. O benim ruh ikizim bundan eminim ama... (Buna ne ben, ne tıp, nede bilim bir çözüm bulabilir. Mucizelerle yaşayan insanlar, mucizeleri görmeyi unutan insanlara saç tellerini bile bulaştırmazlar. Çünkü bu durumdan taviz vermek mucizelerini köreltmek demektir. İki cihan bir olsa da sen onun olamazsın, asıl aşk acısı işte ancak bu olabilir. Onun kimyasına hiç bulaşmamalıydın. Pişmanlıklarla yaşayacağın yeni ömrün hayırlı olsun...)
Gidiyorum deyip de bir türlü gidemeyen misafirlere de tav oluyorum ha.
Biz bu evde bir felsefe okulu kurmalıydık. Annem "Acaba hayvanlar mı üstün insanlar mı?" diye bir soru sordu. Önce güldüm, sonra güdülerle yaşamak belki de akılla yaşamaktan daha verimlidir diye düşünmeden edemedim.
Sonra annem yatmaya gitmeden yanıma yaklaştı ve bana durduk yere, içine mi doğuyor anlamış değilim "Öyle insanlarla bi daha konuşma" dedi. Kimse ne demek istediğini anlamadı. Bende annemi nadiren yaptığım bir şey ama söyler söylemez anladım. Babam "kimden bahsediyor?" diye bana dönerek sordu. Bende "Servet diye inançsız bir arkadaşım var da ondan ama annemin anladığı gibi bir insan değildir" dedim. Ardından babam "kızım sen anneni dinleme, Allah'a inanmayan bir insan etrafta müslüman gözüken onca hayvandan daha insandır. Daha saygılı ve daha duyarlılar, onlar memleket meseleleri, çevreleri ve gerçekliklerle daha fazla ilgili olduklarından zarar görmezsin " dedi. Gülsem mi ağlasam mı bilemedim...
Aşk acısı çekmenin nedenleri;
1. Statü farkı. (Taraflardan birinin diğerinden daha zengin olması. Arkadaş bu acı çekmek için geçerli bir sebep değil ki. Diyelim ki ben çok zenginim. Tüm dünya beni tanıyor ve hayatımda durmadan harcasam bile bitiremeyeceğim bir param var. Hatta o kadar ki illuminatiye falan üyeyim. Günün birinde Ender'le tanışıyorum ve aşık oluyorum. Ama birlikte olamıyoruz çünkü o fakir ve ailem bu duruma karşı çıkıyor. Sebebi ise multimilyoner biriyle evlenmemi ve zenginliğimize zenginlik katmamızı istemeleri tabi ki. Benim muhtemelen bu zenginlik içinde çok iyi bir eğitim aldığımdan ailemin Ender'e karşı olan tavrının ne olacağını kestirmem gerekir. Durumu fark ediyorum, aşık olduğumu ve ailemin asla bu ilişkiye izin vermeyeceğini. Ama onsuz olamayacağımı da biliyorum. Böyle bir durum da profesyonel planlar çıkarırım. Gizli hesaplar açmak ve bilinmeyen yerlere gizli yatırımlar ama o kadar gizli olmalı ki herhangi bir sızıntı evlilik öncesi sorun çıkarabilir. Gizli kaynakları gizli fonlara hissettirmeden olmayan biri adına aktarmak. Daha sonra o gizli birini yaşayan birinin üzerine tahsis etme mevzusu. Mesela Ender'in babası. Ailesi bu durumu kabul eder mi bilemiyorum ama tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır stratejisi uygulayabilirim. Oluşturduğum gizli şirketi, zamanla, küçük karlarla ve bulduğum sponsorluklarla veya reklamlarla artık her neyse büyümesini sağlıyorum. Aradan 3-5 yıl geçmiş durumda ve ben Ender'le gizliden flört ediyorum. Her neyse elimizde iyi yada kötü bir şirket ve babasından devraldığı şirketin patronu Ender. Artık onu yakışıklı ve yetenekli bir para babası olarak ailemin karşısına çıkarabilirim. Ailemin onu fazla tanımasına gerek yok sonuçta evlenecek olan benim onlar değil. Nihayet güzel bir düğün, olmasa da olur ama neyse sonra sadece Ender. Neden bi tarafın zengin olduğu o iğrenç senaryolarda zeki bir başrol hiç göremiyoruz. İş illa imkansızla bitmek zorunda dimi, kişilerin karşılıklı acı çekmeleri gerekiyor dimi. Bence maddi sorunlar, siz isterseniz bütün ülkelerin tek bayrak altında toplandığı bir dünyada var olan tek ülkenin yegane imparatoru olun sorun değil her işe bir kılıf uydurmak mümkün çünkü.)
2. O beni sevmiyor durumu. (Sen necisin ne iş yaparsın diye sorarım bende. Hacı o seni sevmiyorsa sen onu seviyorsun yetmez mi lan onu etkilemeye. Düşündüm de duyguları değiştirmek için yetmeyebilir. Beni sevenlerin hangisini sevebilmiştim ki. Ama benim gibi bir insan aşık olduğunu söylüyorsa bu dünyada herkes herkese aşık olabilir. Olabilir olmasına da onun bize aşık olmasını istiyor muyuz mesele belki de budur. Onun bizi sevip sevmemesi kalbinde kimse yoksa az çok bizim elimizdedir. Bu erkekler üzerinde ne kadar geçerlidir bilemiyorum ama bir erkek bir kızı kendine kolaylıkla aşık edebilir. Sadece yeterince istemeli, kendine güvenmeli ya da kendinden taviz vermeyi bilmeli. Bu tavizi vermek için de gerçekten seviyor olmak gerekir, nefes alamıyor olmak kadar çok. Onun duygularını değiştirebilirsiniz sadece, aşık etmenin garantisini old boy ekibi burda olmadığından veremiyorum. Aşk çok farklı. Mucize çünkü, aslında hiç bilmediğim çok yabancı olduğum, hiç çözemeyeceğim bir durum. Bu sebeple bu mevzuda fazla sallamak istemiyorum. Nihayetinde kendinizi istediğiniz insana sevdirebilirsiniz işte sadece bu biraz bizim elimizde.)
3.Onun kalbinde başkası var. (Güzelim sen de benimle aynı durumdasın ama keşke benim sorunum sadece bu olsaydı belki senin bir şansın olabilir mesela ayrılması veya senin araya çomak sokman gibi. Tabi bunu çaktırmadan yapmalı hissettirmeden. Bunu yaparken de sevdiğinizi üzme ihtimaliniz var unutmayın. Başkasını seviyorsa sana yapılacak bikaç şey düşüyor. Arkadaşlığı koparmamalısın ama bunu yaparken senin onu sevdiğini bilmeli. Her zaman yanında ve istediğinde belki bulabileceği kadar yakınında. Bunun için kendinden fazlasıyla taviz vermen gerekir ama elden ne gelir bu sadece canın dan çok sevenler için geçerlidir haberiniz olsun. Diğer türlüsü yani sadece hoşlanıyorsanız bu fedakarlıkları aklınızdan bile geçirmeyin derim. Onca fedakarlıktan sonra belki kısa bihabersizlik. Sizi merak etmesi ve sizi önemsediğini anlaması vs. Eğer o insanın sizin için var olduğunu biliyorsanız, bunu çok güçlü hissediyorsanız ne yazık ki yinede emin değilim ama bir gün gerçekten sizin olabilir. Bu hayatta hiç bir şeyin garantisi yok belki de sadece talih meselesi.)
4. Dünyaya farklı yerlerden bakıyoruz.(Arkadaşlar bu gerçek aşıklar için bence kesinlikle sorun değil. Bu maddenin burda ne işi var.) Terkedildim. (Bu daha uygun düşebilir. Taraflardan biri hâlâ severken ayrılmak, sizi duygularınızla bırakması, vazgeçmekte zorlanmak, zaman gerek belki de sizin için sadece zaman. Unutmak için değil, yatışmak için. Nihayetinde sevdiğiniz ölmüş de olabilirdi...)
5. Din farkı. (Ben sapına kadar müslümanım hatta tarikata üyeyim o ise yahudi hatta inançsız aileler bizi birbirimize hayatta vermez. Hangi taraf gerçekleri görüyor ki sizi vermiyorlar? Neyse nihayetinde değişmez kurallar hakim, benim biraz sevdiğim kadar sevseydiniz bu lafları etmezdiniz. Ailelerin altından girip üstünden çıkmamaya devam edin.)
6. O benim en sevdiğim arkadaşıma, dostuma veya kardeşime falana filana aşık. (Ne yapmanız gerektiğini tabi ki söyleyemem ister beklersiniz ister sizde onun en yakınıyla çıkarsınız seçim sizin ama dünyayla beraber sizde döndükçe değişmez dediğimiz duygular da değişiyor. Benim duygularım ne zaman değişecek...)
Herkes kendince mantıklı veya mantıksız bunların dışında belki yüzlerce belki daha da fazla nedenlerle acı çekiyor. Belki de gerçekten acı çekildikçe aşk oluyor.
7. O benim ruh ikizim bundan eminim ama... (Buna ne ben, ne tıp, nede bilim bir çözüm bulabilir. Mucizelerle yaşayan insanlar, mucizeleri görmeyi unutan insanlara saç tellerini bile bulaştırmazlar. Çünkü bu durumdan taviz vermek mucizelerini köreltmek demektir. İki cihan bir olsa da sen onun olamazsın, asıl aşk acısı işte ancak bu olabilir. Onun kimyasına hiç bulaşmamalıydın. Pişmanlıklarla yaşayacağın yeni ömrün hayırlı olsun...)
Pazartesi
Cumartesi
Bugün bir şekilde kulağıma giren sözler:
Erkek, kendisine aşık olan bir kadın için;
-Birinden kurtulmaya çalışırken bide sen çıktın.
Aşık olan bir kadın, erkeğe dert ve sıkıntı yaratır mı? :(
Başka bir erkek;
-Yaşama felsefem aşk.
Bence bu adam ayvayı yemiş. Bu kadar bunalımlı ve anlaşılması çok güç bir durumu hayat anlamı yapmış. Yazıklar olsun diyorum başka da bir şey diyemiyorum.
Ooo ama durumun sadece benim açımdan bunalımlı olduğu gerçeğini göz ardı ediyorum galiba. Neyse en azından bi felsefesi var.
Sanırım ben ev için mutfak eşyası bakmaktan baya baya hoşlanıyorum. İlerde bir evim olursa bütün eşyaları mümkün olduğunca desensiz, tek renk veya bi rengin tonlarında oluşturmalıyım. Hatta bütün eşyalar siyah olabilir böylece Ender'i o parlak teni sayesinde evin içinde kolayca bulabilirim.
Ender'le kafayı yemiş durumdayım.
Sürekli aynı şeyleri duyuyorum, insanlar yalnız bir gün bile geçirmek istemiyorlar. Bense etrafımda insan istemeyerek çok mu duygusuz oluyorum acaba?
Bir erkek arkadaşım bana duygularını itiraf ederken, beni günde tahminen kaç kez andığından, yılda kaç kez andığına kadar hesabını yapmıştı. Bugün aklıma geldi de, kimisi ne aklı başında seviyormuş dedim. "Bugün şu kadar ismini söyledim tamam limitim doldu" der gibi. Bense sınır tanımıyorum çünkü sayamıyorum bile sayarken bile düşünüyorsak doğru veriler elde edemeyiz. Çünkü durum hâlâ akmakta...
Bu yaşıma kadar etrafımdaki arkadaşlarım sevgili edinebilmek için, "Fatma şöyle bi durum var ne yapmalıyım?", "Şundan hoşlanıyorum. Nasıl davranmalıyım? " gibi absürt sorular sordular. İstisnalar olmadığı zamanlarsa verdiğim cevaplar hep; "Gerçekten doğru kişi olduğuna inanıyorsan 1 dk bekleme ne hissediyorsan söyle, o da bilsin, sen de rahatla bende" gibi cevaplar verdim.
Eğer karşımdaki insanın doğru insan olduğundan eminsem hatta tanışmış ve arkadaş olmuş isek hiç bekleme yapmam gider her şeyi söylerim düşüncesi bende hep hakim olmuştu. Reddederse ne kaybedersin ki? Gururun mu incinir? ne yaptın insanlık adına dünyayı mahvetmek gibi bişey mi? Suçun ne?
Hoşlandın söyledin ve reddedildin. O zaman bi kaç gün geçsin, gelsin yenileri.
Bu durum çok basitti yaa Arkadaşlarım arasında tıpkı anlattığım gibi de olduğu oldu.
Kendi adıma hiç açıldığım insan olmadı Ender dışında. Hoşlandıklarım ve tanışıp konuştuğum insanlar oldu sadece. Tanışır tanışmaz da gerçekten hepsinden soğudum. Elde edilince gerçekten büyüsü kayboluyor bunu anladım. Bu sebeple aşk tamamen bi zırvalıktan ibaretti. Kim inanır ki? Peh. Sadece kendimizi, içinde bulunduğumuz duygusal boşluğu doldurabilmek için kandırıyoruz. Yada gerçekten cinsellik temelli ihtiyaçlardan dolayı birilerini arzuluyoruz. İsteğimiz ayağımıza hemen gelince ise bu kadar basit miydin deyip soğuyoruz...
Bunların hepsi anlaşılır ve net bence. Bu sebeple bazı insanları anlamıyorum. Onca tavsiyelerime rağmen hiç bişey yapmadan kendi kendine sevgisini yaşayan arkadaşlarım da oldu. Ne zavallıca bi durum. Bulduğu şeye neden yaklaşmaz ki insan. Belki de sezgileri susmalarını söylüyordu. Belki de haklıydılar. Ama net olmak her zaman için vazgeçilmezimdir. Ayrıca kimsenin hissettiremediği şeyleri hissetmeni sağlayan bi insandan vazgeçmek, imkansız olduğunu bilerek vazgeçmek. Bu bende yok işte. Sanırım farklı mevzularda da bu mevzuda da hata yapmaktan korkmuyorum. Keşke herkes hata yapabilse ve baştan aşağıya rezil olabilse. Sorunum bu da değil. Galiba sadece onu kırmaktan korkuyorum.
Sana gelince, söyle arkadaş sende durmasındansa birazda onda dursun. Ne kazanıyoruz veya ne kaybediyoruz? Yarı yarıya belirsiz. O zaman koy götüne rahman gitsin.
-Tüm bunlar iyi hoşta ya tüm sevgimizi gösterirsek kötü sonuçlar doğuracağını biliyorsak?
-Suspus olacaksın. Kendini, onu nasıl sevdiğini söyleyemedikçe kötü hissediyorsan da buraya yazacaksın.
Buraya yazmaktansa, ona yazmayı binlerce kez tercih ederim.
O kadar özlüyorum ki artık ölebilirim.
"Onsuz yaşamayı düşünemediğin birisine nasıl veda edebilirsin". (My Blueberry Nights)
Cuma
Vuuvvvv fanteziye bak. İnsanlar lazere para vermemek için farklı sebepler üretiyorlar. Çok fantazya.
Babam anneme belki de ilk kez yani bizim bildiğimiz kadarıyla ilk kez sevgililer günü hediyesi aldı. Hayrola? :)
Nil Karaibrahimgil'i en son hatırladığım kadarıyla kardeşim sayesinde lise yıllarımda dinlemiştim, Masal şarkısı hariç. Sayesinde yine bu aralar bazı şarkılarına rastlıyorum. Ama olmuyo böyle...
Nil Karaibrahimgil-Resmen Aşığım
Sanki o putmuş gibi
Hayat sırf buymuş gibi
Hem aç hem tokmuş gibi
Hem var hem yokmuş gibi
Ben ona resmen aşığım
Onu benden almasınlar
Bize bulaşmasınlar
Arayıp sormasınlar
Kıskandırıp durmasınlar
Ben ona resmen aşığım
Hem ilk hem sonmuş gibi
En güzeli oymuş gibi
Bunca yıl beklemiş gibi
Beklediğime değmiş gibi
Ben ona resmen...
Şeytanla bir olmuş gibi
"Küt" diye gidecek gibi
Her yöne sapacak
Ne yap desen yapacak gibi
Ben ona resmen aşığım
İyi ki yapmışım!
Hangi satırını silebilirim ki, ya da hangi sözü uygunsuz ki.
Nil-Rüzgar
İnsan yalnız kalamaz, yapamaz
Döner durur yatağında, uyuyamaz
Ben seni kaybettim, anladım
Gündüzleri gecelere zor bağladım
Hani zaman her şeye ilaç ya, yalanmış
Hani aşklar hep gelip geçer ya, kalırmış
Rüzgar esti üstüme üstüme üstüme
Seni vurdu yüzüme yüzüme yüzüme
İnsan yalnız kalamaz, yapamaz
Döner durur yatağında, uyuyamaz
Yalnız kalmak problem değil istediğim bir durum ama sadece Ender'i düşünmeden zamanım geçsin istemiyorum artık. O beni istese de istemese de onu kaybetmek istemiyorum. Sadece arkadaş kalmak yada varlığından haberdar olmak şimdilik yetiyor.
Aslında hiç yetmiyor, şartlar farklı olsaydı ben ona yapacağımı çok iyi bilirdim.
Birlikte olmayı hak etmeyen milyonlarca insan yanyanayken, ben neden hala senden ayrı nefes alıyorum? (City of Angels)
Perşembe
Girdikleri ortama göre kişiliğinden taviz veren ve hiç olmadığı biri gibi davranan insanlardan tiksiniyorum. Ortama uyum sağlayarak bunu iş gereği yapan insanları ayrı tutmak istiyorum. Çünkü amaçları iyi yada kötü, yapılan eylem de iyi yada kötü maddiyat için yapıyorlar. Belki de ince ve şuh bir zeka işte tam da burda gerekiyor. Ama ben yüzüne gözüne bulaştırıp komik görünenlerden bahsediyorum. Çok kötü duruyorlar.
Trabzon-Fener maçına bilet kalmamış la. Aslında futbolla ilgilenen biri değilim. Sadece önemli bi maç varsa gitmek isterim, milli maç varsa da TVden izlemek. Sebep ise insanları boşaltım yaparken izlemenin bazen maçın kendisinden daha zevkli geliyor olması. İnsanlar hiç bir şeyi umursamadan yada umursadıkları şeylerin inadına haykırıyorlar. Beyinlerini boşaltıyorlar ve ardından tatlı bi huzur belki de. Hatta kız kardeşim bunu gördüğüm erkeklerden daha iyi yapıyor. Maçı bahane edip benim de gaza geldiğim anlar olmuyor değil. Ama enteresan bi şekilde o an hissettiklerim ve yaşadıklarım senaryolarımın bazı kısımlarını oluşturuyor. Bu yüzden statta maç izlemeyi seviyorum.
İnsanlar neden yalnız kalmaktan korkuyorlar yada unutulmaktan. Bugüne kadar korkmayı geçtim böyle bişeyin endişesini düşünce boyutunda bile çekmedim. Belki de böyle saçma bişeyden hiç korkmadığım için başıma hiç gelmiyor. Artık yalnız kalmak istiyorum ve bunu büyük bir özlemle istiyorum. İnsanlar yalnız kalınca kendilerinden sıkılıyorlar sanırım gerçekten sebepleri bu olsa gerek, ben ise kendimden sıkıldığım tek bir salise bile hatırlamıyorum. Çok mu kendimi beğenmişim acaba? Ne alakası var ya sadece kendi halinde yaşamaktan sonsuz zevk alan bir insanım. Unutulmaktan korkmak. Bu nasıl bişey ben bunu hiç anlayamıyorum. İnsanların kafasında yer işgal edince ne geçecek elinize, sonsuz mu olacaksınız? Sonsuzluk siz, pütrefaksiyona uğradıktan sonra ne işinize yarayacak? Önce kendiniz olun belki ancak ondan sonra başkaları birazda siz olabilir. Daha sonra ise sadece mecaz alamda ölümsüz.
Bu durumlardan korkmuyorum ama korktuğum başka şeyler başıma geliyor. Bu teoriye pek ihtimal vermezdim ama oluyor sanırım son günlerde örneklerine sıklıkla rastlıyorum çünkü. Evren den bunu Seçil'de istemiyor bende. Sadece korktuğumuzdan başımıza gelme potansiyelini çekiyor olabiliriz. Seçil seni özledim. Evrenin en psikopat kızıdır. Onun kadar sürekli konuşan ve zeka küpü bi kıza henüz rastlamadım. Bi Kayseriliden başka ne beklenir ki. Seçil I love you :)
Kardeşim de insanları derecelendiriyo;
-İhsan dan Samet'e kadar düştük.
Güzelim sende benim gibi geçte olsa anlayacaksın, bunun parayla uzaktan yakından ilgisi yok.
Ender yaşıyorsun dimi?
Kendimi, aramamak veya mail atmamak için zor tutuyorum. Bunun için fazlaca sebebim var ama en önemlisi onu rahatsız etmek istememek.
Şuan başkalarını düşünüyor, başkalarını seviyor veya başkalarıyla sevişiyor değil mi? Bunları düşünmektense ölmeyi tercih ederim. Aklıma geldikçe nefes alamıyorum çünkü.
Bir an önce ölsem. Hadi 20.06... gel artık.
Ruh halimi anlamak isteyen okurlarıma
Minor Waltz-Cinderella's Stepsister
Roy Clark-Yesterday
Bir anlayabilseniz aslında gerçekten tüm bunlardan daha beter, daha derin ve daha kötü şeyler hissediyorum.
Çarşamba
İslam memleketimizde altın devirlerini bugünlerde yaşıyor. Dini bütün vatandaşlarımızın hiçbir şeyi eksik değil. İslamı siyasete alet edenlerin iktidar hırsı, liberalizmi siyasete alet edenlerin hırsından farklı değildir. Yani bir paranın iki yüzü gibiler. Pastadan pay istiyorlar sadece.
İslam taze para vaat etmiyor ama Batı sayesinde şimdiye kadar oluşturulan paranın da hepsini İstanbullu laik, liberal ve züppe genç işadamlarına kaptırmamakta kararlı...
Özünde bu iş karşılıklı...
-İzlediğim filmde yada filmlerde yada oyunlarda, okuduğum kitapta yada kitaplarda her ne zıkkımsa bugüne kadar kaç kez bu söze rastladım bilmiyorum Beyza. Aşık olduğumuz insanda Tanrı'yı görürmüşüz. Sence de saçma değil mi? Misal, ateist bi insanda Tanrı nasıl görünür ki?
-Şeytanı da Tanrı yarattı Fatma. Bu mevzuda mantık arama. Kalbin çıldırır belki ama akıl her zaman tedbirlidir. Tüm çelişkilerin bundan. Tedbirlice yaşa ve unut.
Tedbirlice aşk yaşamak... O zaman aşk olur mu ki?
Şeytan sevilebilir mi? Tapanlar olduğuna göre mümkün.
Kötü olanı sevmek bize ne kazandırır? Sadece aşk.
Kızlarla yemeğimizi yedik lafladık, biraz güldük, dertleştik, kalktık. Hatta ilk kez bizim firmanın çıkardığı ürünlerden birini elime aldım. Neşe ablayı görmek için tanjant a doğru yürümeye başladık tam Kevser'e;
- Tanjant da ki Kilpa nerde
diyemeden içime birden taş düştü ağzımdan sadece şunlar çıktı
-Özledim Kevser, çok özledim, inanılmaz özledim, Kevser çok özledim.
Hemde kaç kez tekrarladım ve söylerken kaç kez göğüs kafesimi yumrukladım bilmiyorum.
-Ne oldu ki şimdi?
-Tanjant da seçim bürosu vardı. Hatırladım... Yanındaki çiçekçi hala duruyo lanet olsun.
Sonra teselli cümleleri duydum ama geçmedi. Hatta onu görürsem tekrar görmek isteyeceğimi falan söyledi. Bunu bilmiyorum ama sadece ona sıkıca sarılmak ve beni çeken şeyleri doğrudan hissetmek istiyorum. Daha fazlası değil. Çünkü onu üzmek istemiyorum...
Çocuklar bile biliyor insanların içinde güneş var.
Tahterevalli oynamak yada senin gibi güvende olduğunu bilerek savrulmak.
Akvaryumdaki balığı sevmek. Ender'i sevmek.
Onu; dokunmak, sarılmak ve öpmek için sudan çıkarırsam ölebilir.
Artık çok çeşitli kaktüslerim var. Neden papatyayı şeçti benim içimden de geçtiğini hissetmiş olabilir mi? Zannetmem gözüne iliştiğinden ve daha sevimli olduklarından olabilir. Ona kaktüs almalıydım belli ki güzel şeylerden anlamıyor her şeyin serti onun için daha makbul sanırım.
duyarsızlık lobisi
Bir grup insan fark ediyorum artık. Bunlar duyarsızlık lobisine üyeler muhtemelen ve aynı amaç için birbirleriyle telepati yoluyla anlaşıyorlar ve etraflarına karşı topyekün tavır alıyorlar. Önce kırılan kalplerinizi düzeltin. Böylece etraflarınızda sizin için çabalayan insanların değerini muhtemelen daha iyi anlayabilirsiniz. Yok yok bunlar o kadar duyarsız ki belki bir vızıltı olarak ancak işitebilirler zaten, o yüzden yormayalım kendimizi. Anlamak isterler mi ki zaten?...
Uyudum lan nasıl da uyudum. 3 de yatıp 1 de kalktım inanamıyorum hâlâ. Ender sen naptın lan deliksiz uyumuşum uzun zamandır ilk defa. İster inanın ister inanmayın ama bu oldu lan.
Benim için söylenmiş;
"Senin gibi sarılarak mutlu olan insanı, mutsuz etmek onların hayvanlığı. Hayvan dedim de, seni çekemeyenlere yem verdin mi?"
Beni çekemeyen kim ola ki? Beni mutsuz eden bu hayatta sadece Ender var o zaten bırakalım etsin. Ondan önce mutsuz eden arada bir işler ve huylarına alışkın olduğum insanlar vardı hepsi bu. yani hepsi etkisiz elemandı. Ender hepsini ezip geçiyosun lan.
Evde bizimkilerle evlilik programı izlemek bu kadar eğlenceli olamaz lan. Babamla milleti kah onun yargılarıyla kah bizim yargılarımızla konuşup konuşup güldük la. Bu programlar müthiş komik sadece 2 bölümü bile insan sarrafı yapar adamı. :)
Gelen geldi artık iyi de geldi.
http://muzikcini.com/_YqYMgaebjU/
İşte bu yaa işte bu! Tam da içinde bulunduğum durum. Arkadaşlar ve kardeşler candır. Tüm paylaşımlar facebook ve twiter için ne lan bu. böyle sosyal medyanın bi tarafını...
40 yaşını aşmış insanların deli gibi ellerine aldıkları elektronik eşyaları karıştırmaları tuhaf değil mi? Şimdi laptopumun her bir parçası ayrı bi yerde. Oyuncak mı lan bu? Sizinkilerin neden erkenden mefta oldukları belli oldu.
Kamil Can |
Biri bana yardım etsin.
Uçuş formatlı simülasyon oyunlarına bayılıyorum.
Ne yaparsam yapayım o da benimle yapıyo. Yatarken kalkarken hiç farketmiyo, söyleyin ona yapmasın böyle.
Ayrıca bana durmadan farklı duygular yaşatan hayatımın sihirbazına
Black Sabbath - The Wizard
Pazartesi
Tım Burton filmleri tavsiyemdir.
Bir filmi izledikten sonra kısa yorumlar yapmam asla her açıdan eleştiririm. Uzun bir aradan sonra açılışı yaptığım bu film için sadece şunları söylemek istiyorum; hemen hemen tüm sahnelerini sırıtarak izledim ama artık bende sadece Ender'in Ölü Gelin'iyim.
Yok böyle bi mutluluk yaa :D O da sayemde biraz gülümsedi lan. Tadından yenmeyen bi durum. :D
Ender lan ben seni gerçekten çok seviyorum yaa. Ona bunları konuşurken söyleyecektim ama o kadar kolay çıkmıyormuş, oysa kendi başınayken sürekli ağzından istemesen de çıkıyo. İşe bak.
Ankara'ya gidemeyecekmiş. Bu kötü oldu, neyse artık ilk fırsatta ben gidicem umarım. Ayrıca babasının yanında çalışıyormuş nihayetinde çalışıyo işte. Aslında iş sahibi olmasına takılmıyorum ama kendini gösterebileceği bi şeyleri olsun istiyorum. Sevdiğim boş bi insan, düşüncesi olmasın istiyoruz galiba. Ama hiçbir önemi yok, isterse en boş gezenin en boş kalfası olsun hiç ama hiç önemi yok. Sağlıklı olsun keyfince yaşasın yeter. Kim bu sistemin kölesi olmaktan mutlu ki zaten.
Bana evdeki durumu iki kez sordu, bilmiyor ki o sordukça mutluluktan nasıl gülüyorum. :D
Saat 10'dan beri sıkıntılı bi bekleyişin ardından nihayet bi şeyler yapabilirim. Kaç hafta oldu lan ne haftası belki de aydır film kolik olan ben en son ne zaman film izledim? Hatırlayamıyorum aydan fazla oldu belki de Kral ve Soytarı'yı izlemiştim en son. O zaman ben Ender'e açılmış mıydım? Sanırım hayır. bu durumda 2 ay 6 günden fazla olmuş ben film izlemeyeli. Vaaaaavvvv ne perhiz ne lahana turşusu lan. Yazıktır günahtır benim bünyeye. Durmaksızın film izliyodum lan ben. Durmaksızın demeyelim de her gün en az bir film izlemeye çalışıyordum ne olmuş bana. Az önce beklerken bilgisayardaki zartları zurtları harddiske atayım dedim diski açınca film bakayım dedim ama 2 saattir seçmeye çalışıyordum ama karar veremiyordum.Sonra tam Ender'e geri dönmeyecek zannedip mesaj yazdım hatta tam gönderecekken yanıt geldi. Mutluluk, mutluluk, mutluluk...
Şimdi süresi kısa olduğundan bir filme kararımı verdim artık izleyebilirim.
Sanki içimden bi şey kalktı, daha rahat, hatta abartmıyorum uçtu diyebilirim. Ne uçtu la? Sen bir tanesin pezevenk. :)
Ender lan ben seni gerçekten çok seviyorum yaa. Ona bunları konuşurken söyleyecektim ama o kadar kolay çıkmıyormuş, oysa kendi başınayken sürekli ağzından istemesen de çıkıyo. İşe bak.
Ankara'ya gidemeyecekmiş. Bu kötü oldu, neyse artık ilk fırsatta ben gidicem umarım. Ayrıca babasının yanında çalışıyormuş nihayetinde çalışıyo işte. Aslında iş sahibi olmasına takılmıyorum ama kendini gösterebileceği bi şeyleri olsun istiyorum. Sevdiğim boş bi insan, düşüncesi olmasın istiyoruz galiba. Ama hiçbir önemi yok, isterse en boş gezenin en boş kalfası olsun hiç ama hiç önemi yok. Sağlıklı olsun keyfince yaşasın yeter. Kim bu sistemin kölesi olmaktan mutlu ki zaten.
Bana evdeki durumu iki kez sordu, bilmiyor ki o sordukça mutluluktan nasıl gülüyorum. :D
Saat 10'dan beri sıkıntılı bi bekleyişin ardından nihayet bi şeyler yapabilirim. Kaç hafta oldu lan ne haftası belki de aydır film kolik olan ben en son ne zaman film izledim? Hatırlayamıyorum aydan fazla oldu belki de Kral ve Soytarı'yı izlemiştim en son. O zaman ben Ender'e açılmış mıydım? Sanırım hayır. bu durumda 2 ay 6 günden fazla olmuş ben film izlemeyeli. Vaaaaavvvv ne perhiz ne lahana turşusu lan. Yazıktır günahtır benim bünyeye. Durmaksızın film izliyodum lan ben. Durmaksızın demeyelim de her gün en az bir film izlemeye çalışıyordum ne olmuş bana. Az önce beklerken bilgisayardaki zartları zurtları harddiske atayım dedim diski açınca film bakayım dedim ama 2 saattir seçmeye çalışıyordum ama karar veremiyordum.Sonra tam Ender'e geri dönmeyecek zannedip mesaj yazdım hatta tam gönderecekken yanıt geldi. Mutluluk, mutluluk, mutluluk...
Şimdi süresi kısa olduğundan bir filme kararımı verdim artık izleyebilirim.
Sanki içimden bi şey kalktı, daha rahat, hatta abartmıyorum uçtu diyebilirim. Ne uçtu la? Sen bir tanesin pezevenk. :)
Pazar
Yoruldum çok ve haddinden fazlaca yoruldum. Sürekli beynini dolu tutmaktan hoşlanan, bundan zevk alan ve mutlu olan ben, hayatım boyunca hiç kimseyle beynimi bu kadar dolu tutmamıştım. Ender'i ve kişiliğini sürekli çözmeye çalışmak çok yordu.
Daha önce neden böyle bişey yaşamadım ki?
Çünkü daha önce bana sorun çıkaran kimse olmamıştı. Herkes gayet açık ve anlaşılır yada bana hep anlaşılan yüzlerini gösterdiler bilemiyorum. Ya da daha önce kimsenin üstüne bu kadar düşmedim. Bir başkasıyla ilgilenseydim aynı sorunları yaşar mıydım? Zannetmiyorum. Yok yaa kesinlikle yaşamazdım. Kim olduğuna da bağlı tabi ama karşı taraf rahatça yanıt vereceğinden kafamı kurcalayan bir şey olmazdı ve arkadaşlığa devam ederdim sanırım. Neyse yaa off sadece bu değil daha neler neler kafamı meşgul ediyo durmaksızın. Artık formatlamalıyım. Tamam bu zıkkım bitecekse de onurlu bitmeli. Kendince güzelce yaşa ve sonra zaman aşımına uğrayarak sayfayı yenilemeden kapat olsun bitsin.
Fazla düşünme fatma anı yaşamaya çalış. Zevk al lütfen. Yiyorsa al.
Daha önce neden böyle bişey yaşamadım ki?
Çünkü daha önce bana sorun çıkaran kimse olmamıştı. Herkes gayet açık ve anlaşılır yada bana hep anlaşılan yüzlerini gösterdiler bilemiyorum. Ya da daha önce kimsenin üstüne bu kadar düşmedim. Bir başkasıyla ilgilenseydim aynı sorunları yaşar mıydım? Zannetmiyorum. Yok yaa kesinlikle yaşamazdım. Kim olduğuna da bağlı tabi ama karşı taraf rahatça yanıt vereceğinden kafamı kurcalayan bir şey olmazdı ve arkadaşlığa devam ederdim sanırım. Neyse yaa off sadece bu değil daha neler neler kafamı meşgul ediyo durmaksızın. Artık formatlamalıyım. Tamam bu zıkkım bitecekse de onurlu bitmeli. Kendince güzelce yaşa ve sonra zaman aşımına uğrayarak sayfayı yenilemeden kapat olsun bitsin.
Fazla düşünme fatma anı yaşamaya çalış. Zevk al lütfen. Yiyorsa al.
İlköğretim ve ortaöğretimde köylü olduklarından dolayı utanan arkadaşlarım oldu. Bense o zamanlar bile hep bu durumla gurur duydum. Şehirde yaşamak tam bir kölelik, köyde ise özgür bi kralsın. Kiraz, ayva, erik, armut, elma, mandalina, muşmula (yenidünya), ceviz, fındık, incir, ıhlamur, hatta meyvesi yok ama defne, karayemiş, dut ve sayamadığım o kadar ağaç var ki hangisi meyvesini vermişse hemen koşardık. Bunların tepelerinde büyüdüm. Dalların arasında kimsenin bakmadığı bi açıdan dağlara bakmak. Sonra hasta oluncaya kadar yemişlerden yemek. Evdekilere götürme kaygısı olmadan karnını doyurup inmek. Ne eşsiz günlerdi. Bugün de köyde inanılmaz güzel bi hava vardı ev soğuktu hatta dışarısının sıcağının yanında. Sonra çimenlerin üzerinde o topraktan çıkardığımız mahsullerle yapılan yemekleri, tepemizdeki erik ağacının dalındaki kuşun sesi eşliğinde yemek. Altında toprak, üstünde gökyüzü etrafında ise esinti ve sadece ağaçlar. Ahhhh şimdi ölebilirim. Gece ise bütün takım yıldızları.
Akşam işlerimi bitirir bitirmez Ender'i arıcaktım. Ama insanlar bi siktir olamadılar. Ona bu kez duymak isteyebileceği şeyler söylicektim oysa, neyse sonraya kaldı artık. Ayrıca her gün arayıp rahatsız etmesem iyi olur. Arayamayınca bunalımlı geçmeye başladı. Annem, Nisa, babam sürekli benden bişeyler istediler. Ben de "hıı", "neydi", "anne anlayamadım", "tekrar söyler misin?" gibi şeyler söyledim.
(Anlamıyorum ben sizi. Ne diyosunuz? Burda değilim ben...)
Yemek yemediğimden annemden azar; "Aşık mısın nesin? Ne oldu sana Fatma yaa". Bende "Ne alaka anne yaa midem bulanıyo sadece". :P
Sonra başından geçen olayları ve konuşmaya başladığı kişileri anlatabilmek için Esma aradı. Nihayet durumumun ciddiyetini kavrayabildi.
-.... ne yapim sence?
-Hemen çıkmak zorunda değilsin ya Esma önce konuş işte ne olcak.
-Hıı bende öyle düşündüm. Sorun olursa da önemli mi nasıl olsa unutuluyor?
-Nasıl unutulur ki?
-Zamanla aklına bile gelmiyor.
-Ya unutamıyorsak ya da unutmak istemiyorsak.
-Hımm seviyorsun demek ama onu bi başkasıyla görünce tüm sevgin nefrete dönüşüyor ve hatırlamak dahi istemiyorsun sonra tamamen dönüyorsun.
-Ya onu başkalarıyla hayal ettiğimiz halde soğuyamıyorsak ve zaten başkalarıyla yatıp kalktığını bildiğimiz halde?
-Görmelisin.
-Emin ol görsem en fazla 5-10 dk etkilenirim ama ben onu kıskansam bile, başkalarıyla olsa bile seviyorum ve üstüne tutup birde soğuyamıyorum.
-Ooooooooooooo. Yabancı mı?
-Evet.
-Sıçmışsın sen Fatma.
Tüm moralim yerle bir oldu. Ağladım... Zaten her gece buraya bişeyler karalarken ağlamak yetiyor. 5 dk. önce gülerken hemen ardından beni ağlatıyor. Bu çocuk bana nasıl bir kimya bulaştırdı?
Cumartesi
Yumurta
Aradıktan sonra keşke daha önce arasaydım diyorum ama ilk
aklıma estiğinde arasaydım muhtemelen söver sayar ya da sinirimden ağzımı
açamadan sapık gibi kapatırdım. Şimdi en azından bir fikre sahibim. Onu bu
kadar severken aptallar gibi kaybetmek istemiyorum. Sesinden tavırlı ve kırılmış olduğunu
anlıyorum ama kendimizi anında farklı bir yöne çeviremiyoruz. Onu daha fazla
kaybetmek ve uzak kalmak istemiyorum.
Bu benim hayatımın
aşkı neden onunla konuşmaktan kendimi çekeyim ki? Eğer o “düş artık yakamdan
beni bunaltıyorsun” demediği sürece bırakamam. Kendime inanamıyorum çoğu zaman. Ben böyle biri hiç değilim. Sadece değilim demiyorum kesinlikle hiç ama hiç
değilim. Kaldı ki benim hayretler içinde baktığım insanlar bile teklif
etmişti de burun kıvırmıştım. Şimdi düştüğüm hallere gerçekten inanamıyorum.
Bazen kendime dışarıdan bakarken kâbus mu acaba bu diyorum. Ama ben onu
gerçekten seviyorum lan. Ben gerçekten bildiğin bas bayağı aşık olmuşum lan.
Napacaz? İşe bak!
Bi örnek veriyim mi? Hayatımda en son hatırladığım ilkokula
yeni başladığımda sanırım 7-8 yaşlarında yumurta yemiştim. O gün bu gündür
ağzıma bile sokmadım, kokusundan ve tadından hoşlanmıyorum çünkü. Ender’le konuşurken bi
ara yumurta kırmaya gitti. Yumurtamı kırdı başka bişey mi bilemiyorum ama.
Ertesi gün kantinde gülerek “abla bana bi yumurta kırar mısın?” dediğimi
hatırlıyorum. Sonraki seferlerde de aklıma geldikçe yemiştim. Hatta bugün o
kadar iğrenç bi gündü ki tüm gün ve gece sancı çektim ve akşam 6 da işleri
bitirip kahvaltımı yapabildim. Ama ne kahvaltı. Sancıdan sadece çay ve en fazla
5 çatal patates yiyebildim. Sonra köye indik. Havadan mı bilmiyorum biraz da
sancım geçmişti onun da etkisi olabilir eve girer girmez 3 yumurta kırıp
afiyetle yedim. Yumurta yerine başka
bişey yeseydi ya da yapsaydı onu da yapar mıydım lan? :)
Bi ara dayanamayıp Ender’i aradım. Konuşmalar o kadar tatsız
tuzsuz ki… O sanırım pek fazla istemeyerek “Hı”,”çalışıyorum”, “ne işi
yapıyorsun?”, derken bile ben diğer tarafta o kadar mutlu oldum ki. O sadece
garip garip sesler çıkarıp ha hu hi dese bile mutlu olabilirim. Sonra aman be
boşver dedim yemeği. Yemeyi verelim ne olcak. Kesinlikle abartmıyorum açlığım,
sancım, uykusuzluğum kesildi. Nasılsın dememiş olsa da durur muyum mesajla
söyledim tabi o kadar mutlu etti ki söylemesem de durabilirdim ama söyledim
işte sebebini bilmiyorum. üstelik bi yandan Fatma şu rengi şöyle değiştirdiler
arkaya logo ekle aramaları alırken. Fırsatını
buldum ve aklıma gelenleri hızlıca yazdım işte.
İnsana artık başka
hiçbir şeyin önemi yokmuş gibi geliyor. Bu dünya üzerinde Ender isminde nefes
alan bi varlık var, buna şahit olmak. Hiç bi şahitlik için insan bu kadar mutlu
olamaz. Gerisi önemli değil sadece var olması bile yetiyor. Nasıl iş anlamak mümkün
değil. akıl sır ermiyor bunu yaşamakta hiç akıl karı değil üstelik. O kadar
akıl ermeyen bişey ki gece emin olun hiç uyuyamadım çektiğim sancıdan ve aynen
şöyle hissediyorum. Sanırım birazdan öleceğim çünkü bütün kanımı biri durmaksızın
hortumluyo. Bütün kılcal damarlarım bile ağrıyor. Gecenin köründe kalkıp ağrı
kesici arıyorum ama evde kalmamış çek bakalım çekebildiğin kadar sancını. Sabah
6 gibi annem uyanınca bi yerden buluyoruz. Biraz kesiyor ve nefes alıyorum. Ama
en nefessiz kaldığım anlarda bile aklında durmaksızın o. Hatta ölüyor gibi
hissederken bile ne yaptığını merak ettim. İnanması ne kadar güç dimi.
Ölüyorsun lan ölüyorsun. Neredeyse canını teslim edeceksin o an senden daha
değerli bişey var mı? Kimi düşünüyorsun neyi düşünüyorsun? Çok zavallısın
Fatma. Kendime o an bunları da söylüyorum ama nafile… olmuyo işte engel
olamıyorsun. Bırakmak istemek ama sonra durmaksızın görmek istemek nasıl bir
çelişkidir Yarabbi.
Kendi canımdan taviz verecek kadar mı seviyorum ben şimdi?
Ender sen de ne var ki?
Tekrar bakayım, çelimsiz. Seksi olmanın yanından
bile geçmiyor. Hadi onu da geçtim kaç kişi seksi ki zaten. Aşık olduğumu zannettiğim
erkeklerin suratına biraz olsun benzemiyor. Belki ten rengi ama rengin ne önemi
var. Tamam tip yok ama iş de yok adamda, hem de kaç yaşına gelmiş. Göz kapakları sanırım biraz düşüyor ve etrafa o kapakların altından bakıyor. İnanılmaz zayıf. Yemek seçtiği çok belli. Boyu uzun değil. Tırnak boyu da kısa ama yinede sevimliler. Dişleri de küçük ve içe dönüktü sanırım ya da bana mı öyle geldi? Yok yok öyleydi. Kısaca tip yok ama... Girilen
ortama uyum sağlamak zeka gerektiren bişey ama bu adam her şeyin tersi yönünde
hareket ediyor. Aslında bu kısmı pek eleştirmek istemiyorum çünkü böyle olması
beni etkiliyor sanırım. Cesaret gerektiren bi eylem çünkü. Cesareti olanların sağlam bir fikri de vardır dimi? öyle olmalı. saf saf yapılan cesaretten bahsetmiyorum. Ama kim bir insana cesareti için hoşlanır demiyorum aşık olur. Her
yerde onu görür. Başta yadırgadığım tavırları şimdi ileri derecede sevimli
geliyor. Hatta o tipsiz tipi bile o kadar sevimli ki. Cebine koy istediğin yere götür cinsinden. Başlarda da hep böyleydi. bu düşüncem daha baskındı "candır o, kardeştir o" sonra ne kardeşi lan insan kardeşini düşünürken nefesi kesilir mi? Ayrıca her şeye bedel olan zekası. Tamam diyorum her şeyi kötü olsa ne değişecek. Diyelim ki sıfat yok, zeka yok, özürlünün önde gideni belki de sakat varsayalım. Öyle düşününce bile olmuyor. Daha önce bulduğum sonuç gibi onun bende hissettirdikleri üzerinden gitmeliyim belkide, bunlara takılmadan. Hepsini geçtim de ben onu ilk gördüğümde neden sırıttığımı hala
çözemiyorum.
Sonuç: Çözümlenemeyen bir denklem ama yinede bir varsayımda
bulunabilirim. Artık gerçek bi aşığım.
Bu akşam şalpazarlı olan bütün gençleri ve çocukları sevdim.
Bahattin, Ufuk, Atilla,
- Gürkan sen çok şekersin enerji patlaması yaa aynı
babaannenler gibi konuşuyorsun. Çok komiksin.
- Hiç komik değil?
Nesi komik değil la.
Çok eğlendirdi piç bir güzel sarılıp öptüm elimden kaçamadı ama.
Cuma
Perşembe
nefes
Telefondaki çok eski mesajlarımı silerken, (o aralar Ender mevzusu henüz yok) bi arkadaşıma "kendini tutman için bahanen ne?" diye sormuşum. Sonra içinden geldiği gibi davran demişim. Sonra pişmanlık sözleri işitmek istemiyorum gibi yüklüce şeyler yazmışım...
Gerçekten çok özledim artık ve sesini duymak için, ne yaptığını, nasıl olduğunu sormalıydım. Telefonu elime aldım, rehbere girdim, E harfi, hadiii inanılmaz heyecanladım lan. Önce heyecanımın geçmesi için bir süre bekledim. Sonra pat diye parmağım arama tuşuna başmış bulundu. Açmaz zannettim ama 2. çağrıdan sonra açtı...
Şimdi ise derin derin soluklanıyorum ve durup durup iç çekerek saçma sapan sesler çıkarıyorum....
Sebepsiz yere gülüyorum. Ender'in o naif sesini duydum. Hiç bişey konuşmamış olsakta en azından tekrar arayabilcem. Ama "istediğin zaman arayabilirsin." derken farklı bi anlamda söylüyo gibi geldi. Neyse en azından izin çıktı, sebeplerini sonra öğrenirim. Ayrıca hangi erkek arama derki. Ona, onu merak ettiğimi söyledim. Ama sonuç itibarıyla işinin başına dönmesi gerektiğinden başka bişey bilmiyorum. Hangi iş? Nerde ki iş? Bu çocuk hep böyle galiba. Ayrıca neredeyse suratıma kapattı, iyi akşamlar demek için beni beklemeden. Kapatır kapatmaz tekrar arayıp tekrar "iyi akşamlar Ender" demek istedim ama uzatmasam iyi olur sanırım diye düşündüm. Neyse önemi var mı? Hayır. Çaktırmıyorum ama pis pis sırıtıyorum insanların içinde... Dışardan kim bilir ne kadar gerizekalıca ve komik duruyordur. Üstelik sesinde bu kadar soğukluk hissetmişken...
Ve artık şundan eminim ki Tanrı'da bende Ender'i çok seviyoruz...
Ben daha önce gerçekten hiç aşık olmamışım. Bunu bu aralar hissettiğim makyaj yapma isteğinden anlıyorum :) Daha önce böyle bişeye, davet edildiğim yerlere vs. giderken gerekse bile ihtiyaç duymamıştım. Hatta aşık olduğumu düşündüğüm zamanlarda bile. Bi kitapta aşık olan kadınların güzelleştiğinden bahsediyordu. Demek ki doğruymuş.
Kadınlar özgürlük ve bağımsızlıklarını her şeyin üstünde tutan erkeklere gerçekten aşık olurlar. Kadın erkeğinin kendisine bağlanmasını isterken, bilinçaltında hiçbir kadına asla bağlanmayacak yaratılıştaki erkekleri "gerçek erkek" diye kabul eder. Kadını aşkta perişan eden de içine düştüğü bu paradokstur.
Bak bak bak nasıl da beni anlatıyor. Okudukça onda ne bulduğumu daha iyi anlıyorum. Yaşadığım aşkta kadınlığımdan ve onun erkekliğinden hep şüphe etmiştim. Onu fazlasıyla yargıladım...
Akıl sezginin kölesidir. Ender'de bulduğun şeyler gibi sezgilerinle devam et fatma.
M. telefonlarımı açmıyor, çok pis şeyler seziyorum. Hadi ben safim arkadaşlarım da bu kadar saf olmak zorunda mı? Güzelim aç azcık gözlerini. Böyle bir şeyi içinde bulunduğu bunalımdan söyledi kesinlikle ve buna adım gibi eminim. O arkadaş da benim gibi inanılmaz çaresiz, malımı bilmez miyim.
Bu aralar ne kadar dertli insan varsa yavaşça etrafıma çektiğimi hissediyorum. Yada aynı insanlar fakat ben üzgün modlu gözlüklerle onlara bakıyorum.
Bu aralar ne kadar dertli insan varsa yavaşça etrafıma çektiğimi hissediyorum. Yada aynı insanlar fakat ben üzgün modlu gözlüklerle onlara bakıyorum.
Nothing...
Belki de evliliğin tek ve asıl cazip yanı budur 'aldatmak'. Ender'le evli olsam onu aldatır mıyım? İlk aklıma gelen şuan kesinlikle hayır ama olur da sıkılırsam ya da farklı tatlar ararsam? Bunu ben bile bilemiyorsam neden karşı tarafı saçma sapan bi kıskançlıkla sınırlamaya çalışayım ki. Özgür olsun isterim. ben ona oda bana hala aşk ve şehvetle bakabildiğimiz sürece başkalarına kucak açması sakıncalı olmasa gerek. Aynı anda eşimize de başkalarına da şehvetle bakabilir miyiz? İnsanlar çok doyumsuz bakabiliriz sanırım. Bu eşimize olan sevgimizi azaltır mı peki? Sanırım başkalarında ne bulduğumuzla ilgili olabilir. Ya da insanlara yüklediğimiz anlamlarda...
Şuan için ister şehvetli olsun, ister şehvetsiz, ister pis olsun, ister temiz, ister beni istesin, isterse istemesin, aptalca ama tüm dünya karşıma çıkıp onu tekrar görmemelisin dese de, ister evlenelim, ister evlenmeyelim. Çılgınlar gibi aşığım...
-Fatma sen mi aşıksın?
-Evet.
-Anlayamadım sen mi? Her yanını işleriyle, ailesiyle, düşünceleriyle, ve arkadaşlarıyla donatmış olan sen mi?
-Hee ben.
-Gerçekçi hayaller ve fantastik hayaller dışında hayal kuramayan sen mi aşık oldun?
-Gerçekten ben de inanmakta zorlanıyorum ama oldum yani.
-Seni dize getiren kim?
-Nihilizmin ana kahramanı.
-Kahraman olması neyi değiştirir? Bi hiç yani.
-Başkalarının hayatlarında neyi değiştirir bilemem ama benim için her şeyi. İster hiç olsun ister hep...
Saplantılı kör |-)
Şuan için ister şehvetli olsun, ister şehvetsiz, ister pis olsun, ister temiz, ister beni istesin, isterse istemesin, aptalca ama tüm dünya karşıma çıkıp onu tekrar görmemelisin dese de, ister evlenelim, ister evlenmeyelim. Çılgınlar gibi aşığım...
-Fatma sen mi aşıksın?
-Evet.
-Anlayamadım sen mi? Her yanını işleriyle, ailesiyle, düşünceleriyle, ve arkadaşlarıyla donatmış olan sen mi?
-Hee ben.
-Gerçekçi hayaller ve fantastik hayaller dışında hayal kuramayan sen mi aşık oldun?
-Gerçekten ben de inanmakta zorlanıyorum ama oldum yani.
-Seni dize getiren kim?
-Nihilizmin ana kahramanı.
-Kahraman olması neyi değiştirir? Bi hiç yani.
-Başkalarının hayatlarında neyi değiştirir bilemem ama benim için her şeyi. İster hiç olsun ister hep...
Saplantılı kör |-)
Günlük işler. Arkadaşlarla buluşma. Buz pateni. Tantuni. D&R, Sorun Bende Değil, Sende. Siyah bluz. Cinsellik temelli fizyolojik ihtiyaç muhabbeti. Mini şort. Yaso, M, Ender, Fatma dörtlüsünün bir araya geldiği sahnenin hatırlanarak konuşulması. Yaso'da ayrıntıları unutmamış. Krem, Maskara, Dudak Nemlediricisi. Eve dönüş. Odaya kapanış...
Dün gece elimdeki kitabın bir satırı beni öyle yerlere sürükledi ki aklımda uyananlar, Ender'in başkalarını sevdiği, beni kandırdığı ama daha baskını başkalarına belkide aşkla baktığı... Gayet iyi biliyorum ki bir erkek için kıskanılmak huzur bozucudur ve gurur okşayıcı. Yaşadığım bu durumu bilmediği için rahatça kıskanabilirim. Ama tüm gün üzerinde taşımak ne yaa. Bunları yaparken, hemde tüm gün. O kadar kötü bi şekilde zihnimdeki bu düşünce içime oturdu ki ne atabildim ne de anlatarak satabildim...
Odaya girince ne yaptım. Sadece ağladım... Üstümden bir türlü atamadığım ağrıya ağladım. Eğlenmem gerekirken tüm günümü mahveden saçma duruma. Sonra "acaba başına bişey mi geldi de ben bugün bu kadar derin hissediyorum" düşüncesi. Sonra merak, merak, merak... Ben hala nasıl yaşayabiliyorum? Geçecek değil mi? Biliyorum geçmeli çünkü tüm yazılar ve herkes aynı şeyi söylüyor. Eskiden ben de herkese söylerdim. Geçeeeerrrrrrrr merak etme. Hatta bu akşam Yaso'ya da tamamen aynı olmasa bile. Ama durup durup kendini tekrarlıyo.
Giderek Yaso'yla daha da yakınlaşıyoruz zaten hep yakındık ama bu akşam hatırladığımız bir sahne herkese koydu ve bu akşam yaşananlar. Durumu tüm ayrıntısıyla görebilen tek insan olmak sanırım daha fazla acıtıyor. Demek o gün herkes geçmişinin tokadını yemek için toplanmış. Ender, Yaso, M ve ben. Bu kadar mı zıt kutuplar ve geçmişler birbirini çeker. Durumu anlatamıyorum da üstelik...
Bakıyorum da nasıl bi kilit noktada kalmışım S. A.'yi, A. Ateist'i, Ateist ise kendini düşünür. A.'nin arkadaşı A. çıkar. Diğer arkadaşı S. A'yi düşünür. A.'de S'yi. Yaa bu durumu bilen tek insan ben miyim neden bu kadar imkansız olmak zorundaki herkes istediğine sarılsın, onunla uyusun işte. Ama hepsi imkansız.
Hayat inanılmaz acımasız M. neden Emre'ye ya da sana aşık olamıyorum da olamıcak olan birine aşık oluyorum. M. seninle bir güzel oturup içmek sonrada küfürname yazmak istiyorum.
Anladığım kadarıyla mide bulantım tamamen psikolojik, ilk günlere geri döndüm resmen. Yemek yiyemiyorum lan. Her şey düzeliyor gibiydi. Yavaş yavaş ve zamanla. Ama kurtçuk virüsü gibi kayarak bütün programlarımı değiştirdi resmen küçük bi bilinmezlik...
Dün gece elimdeki kitabın bir satırı beni öyle yerlere sürükledi ki aklımda uyananlar, Ender'in başkalarını sevdiği, beni kandırdığı ama daha baskını başkalarına belkide aşkla baktığı... Gayet iyi biliyorum ki bir erkek için kıskanılmak huzur bozucudur ve gurur okşayıcı. Yaşadığım bu durumu bilmediği için rahatça kıskanabilirim. Ama tüm gün üzerinde taşımak ne yaa. Bunları yaparken, hemde tüm gün. O kadar kötü bi şekilde zihnimdeki bu düşünce içime oturdu ki ne atabildim ne de anlatarak satabildim...
Odaya girince ne yaptım. Sadece ağladım... Üstümden bir türlü atamadığım ağrıya ağladım. Eğlenmem gerekirken tüm günümü mahveden saçma duruma. Sonra "acaba başına bişey mi geldi de ben bugün bu kadar derin hissediyorum" düşüncesi. Sonra merak, merak, merak... Ben hala nasıl yaşayabiliyorum? Geçecek değil mi? Biliyorum geçmeli çünkü tüm yazılar ve herkes aynı şeyi söylüyor. Eskiden ben de herkese söylerdim. Geçeeeerrrrrrrr merak etme. Hatta bu akşam Yaso'ya da tamamen aynı olmasa bile. Ama durup durup kendini tekrarlıyo.
Giderek Yaso'yla daha da yakınlaşıyoruz zaten hep yakındık ama bu akşam hatırladığımız bir sahne herkese koydu ve bu akşam yaşananlar. Durumu tüm ayrıntısıyla görebilen tek insan olmak sanırım daha fazla acıtıyor. Demek o gün herkes geçmişinin tokadını yemek için toplanmış. Ender, Yaso, M ve ben. Bu kadar mı zıt kutuplar ve geçmişler birbirini çeker. Durumu anlatamıyorum da üstelik...
Bakıyorum da nasıl bi kilit noktada kalmışım S. A.'yi, A. Ateist'i, Ateist ise kendini düşünür. A.'nin arkadaşı A. çıkar. Diğer arkadaşı S. A'yi düşünür. A.'de S'yi. Yaa bu durumu bilen tek insan ben miyim neden bu kadar imkansız olmak zorundaki herkes istediğine sarılsın, onunla uyusun işte. Ama hepsi imkansız.
Hayat inanılmaz acımasız M. neden Emre'ye ya da sana aşık olamıyorum da olamıcak olan birine aşık oluyorum. M. seninle bir güzel oturup içmek sonrada küfürname yazmak istiyorum.
Anladığım kadarıyla mide bulantım tamamen psikolojik, ilk günlere geri döndüm resmen. Yemek yiyemiyorum lan. Her şey düzeliyor gibiydi. Yavaş yavaş ve zamanla. Ama kurtçuk virüsü gibi kayarak bütün programlarımı değiştirdi resmen küçük bi bilinmezlik...
Salı
b i t"an(n)em"
Annem yatmaya hazırlanmak için üstünü değiştirirken karnını açtı;
-Neden baktın?
-Hiç.
-Beğenmedin mi?
-Yo.
-Çirkin mi?
-Değil.
-9 ay burda taşıdım ben seni. İçinde gezdin.
-Tekrar gezdirir misin?
-Sırtımda taşırım ben seni. Senin gibi kız çok az bulunur. Yerim ben seni...
Bunları duyuyorum annemden ama yinede Ender'in "günaydın bitanem" sözünden iyi gelmiyor.
-Neden baktın?
-Hiç.
-Beğenmedin mi?
-Yo.
-Çirkin mi?
-Değil.
-9 ay burda taşıdım ben seni. İçinde gezdin.
-Tekrar gezdirir misin?
-Sırtımda taşırım ben seni. Senin gibi kız çok az bulunur. Yerim ben seni...
Bunları duyuyorum annemden ama yinede Ender'in "günaydın bitanem" sözünden iyi gelmiyor.
Pazartesi
Bu şehre geldiğimden beri öyle olaylar oluyor ki! Her dışarı çıktığımda, Trabzon insanının kahkahaya sürükleyen durumlarıyla karşılaşıyorum. Belki de Trabzon'da yaşamanın en güzel yanı budur. Üzgünken bile yüzünü güldürebilecek şeylere sokakta rastlayabiliyor olmak. Yasemin'le yaşadıklarımız, kız unutamıyor ya. Anlatıp anlatıp gülüyor.
Bankamatiğin önünde sıramın gelmesini bekliyorum. Kaldırımdayım. Bi salak hemen arkama motorunu park etti. Bende kulaklıklar takılı olduğundan muhtemelen onu fark etmediğimi düşündü. Motorundan inip tam önümden geçmeye çalıştı ve geçerken gülerek "arkanda motor var haa" dedi. Yavşak ya bende biliyorum senin motoru arkama park ettiğini ve kadınların motor taşıdığını pezevenk. Bende tepkisiz bi şekilde "tamam" dedim. Suratı düştü sonra da bastı gitti. Yavşaklar ya yanımdaki genç gözümün içine içine bakıyo, bende tamam geç dedim aptal ya hepsi aptal. Kahvehanenin önündeki abazanlar da ayrı bir facia. Yürürken sahile gitmek istedim. Terminalin önünden geçerken Bir amca "Memet sen habu Jaguar'ını boyamışsın." Jaguar'a baktım, eskimi eski dökülen bi Tofaş taksi. Boyadan kastı ise dökülen yerlerini kapatmaya çalışması. Adamın cevabı ayrı alem; "He napaym, öbür türlü çok dikkat çekiy."
Sonra balıkçı barınaklarının önünden bizim eve doğru yürüyorum. Biri barınağının dışına "Stop Control köpek çözüktür" yazmış. Baya güldüm. Bunları Ender'e de gösterebilseydim. Acaba güler miydi?
Sahile gitmek istedim. Tam limana yürüyordum ki napıyorum ben dedim. Kocaman gemiler manzaramı neden bozsun ki, bizim taşlı sahile geçtim. Umarım orayı da mahvetmezler. 3-4 ev alabilecek genişlikte bi alan, çocukken hep orda denize girerdik. Sonra sol tarafını çöplük yaptılar gidilmez oldu, sonra da çöplüğü kapatıp hâl yaptılar. Şimdi ön tarafındaki park hala duruyor ama 1 kaç yıl önce o parkı da sahile doğru genişletmişler. Ayağımızın altına denizi aldığımız yeri de binalarla mahvederlerse ne yaparım bilmiyorum. Kendime yüksekçe bir taş buldum ve oturdum. Bu sistemi gerçekten sevmiyorum. Şehrin üstünde gri ve pis duran kalorifer dumanı. Onun dışında her şey güzel görünüyor. Denizle aramda yaklaşık 3 metre var ve dalgaların insanı sakinleştiren sesi müthiş. Aklımda ise Ender. Sadece Ender işte. "Gitmeseydin" sözünü hatırladım. Acaba bunu kendi egosunu tatmin etmek için, benden güzel sözler duymak için mi söylemişti? Ya da gerçekten gitmemi istemediği için mi? Belki de her ikisi... "Sen bilirsin" ben hiç bir şey bilmiyorum. Ama eminim sen çok şey biliyorsundur. Belki de deneyimli olan sensindir. O yüzden bu kadar rahattır... Aklıma gelen her şeyi düşündüm... Zamanın nasıl geçtiğini anlamadım, hava kararmaya başlamıştı. Dalgalar dibime kadar gelmeye başladı. Bacaklarım da üşümüştü, bende kalktım.
Mıknatıslarımı birbirine sürterek çevirdiğimde birbirlerini çiziyorlar, neyse ki kalıcı değil. Ama artık çok hasarlılar. Belki de esas şimdi yaşıyorlar.
Darda durmayınca didara gidilmezmiş. Beter olmadan iyi olunmazmış. Peh işe bak...
Suriye'de oynanan ince oyuna bak lan. İnsanlar kendi kendilerini öldürüyor. Liderleri tebrik ediyorum tereyağından kıl çekiyor çıkarcı yalaklar.
Bu akşam ne kadar Şalpazarı'ndan bahsedildi ama yaaa...
Bankamatiğin önünde sıramın gelmesini bekliyorum. Kaldırımdayım. Bi salak hemen arkama motorunu park etti. Bende kulaklıklar takılı olduğundan muhtemelen onu fark etmediğimi düşündü. Motorundan inip tam önümden geçmeye çalıştı ve geçerken gülerek "arkanda motor var haa" dedi. Yavşak ya bende biliyorum senin motoru arkama park ettiğini ve kadınların motor taşıdığını pezevenk. Bende tepkisiz bi şekilde "tamam" dedim. Suratı düştü sonra da bastı gitti. Yavşaklar ya yanımdaki genç gözümün içine içine bakıyo, bende tamam geç dedim aptal ya hepsi aptal. Kahvehanenin önündeki abazanlar da ayrı bir facia. Yürürken sahile gitmek istedim. Terminalin önünden geçerken Bir amca "Memet sen habu Jaguar'ını boyamışsın." Jaguar'a baktım, eskimi eski dökülen bi Tofaş taksi. Boyadan kastı ise dökülen yerlerini kapatmaya çalışması. Adamın cevabı ayrı alem; "He napaym, öbür türlü çok dikkat çekiy."
Sonra balıkçı barınaklarının önünden bizim eve doğru yürüyorum. Biri barınağının dışına "Stop Control köpek çözüktür" yazmış. Baya güldüm. Bunları Ender'e de gösterebilseydim. Acaba güler miydi?
Sahile gitmek istedim. Tam limana yürüyordum ki napıyorum ben dedim. Kocaman gemiler manzaramı neden bozsun ki, bizim taşlı sahile geçtim. Umarım orayı da mahvetmezler. 3-4 ev alabilecek genişlikte bi alan, çocukken hep orda denize girerdik. Sonra sol tarafını çöplük yaptılar gidilmez oldu, sonra da çöplüğü kapatıp hâl yaptılar. Şimdi ön tarafındaki park hala duruyor ama 1 kaç yıl önce o parkı da sahile doğru genişletmişler. Ayağımızın altına denizi aldığımız yeri de binalarla mahvederlerse ne yaparım bilmiyorum. Kendime yüksekçe bir taş buldum ve oturdum. Bu sistemi gerçekten sevmiyorum. Şehrin üstünde gri ve pis duran kalorifer dumanı. Onun dışında her şey güzel görünüyor. Denizle aramda yaklaşık 3 metre var ve dalgaların insanı sakinleştiren sesi müthiş. Aklımda ise Ender. Sadece Ender işte. "Gitmeseydin" sözünü hatırladım. Acaba bunu kendi egosunu tatmin etmek için, benden güzel sözler duymak için mi söylemişti? Ya da gerçekten gitmemi istemediği için mi? Belki de her ikisi... "Sen bilirsin" ben hiç bir şey bilmiyorum. Ama eminim sen çok şey biliyorsundur. Belki de deneyimli olan sensindir. O yüzden bu kadar rahattır... Aklıma gelen her şeyi düşündüm... Zamanın nasıl geçtiğini anlamadım, hava kararmaya başlamıştı. Dalgalar dibime kadar gelmeye başladı. Bacaklarım da üşümüştü, bende kalktım.
Mıknatıslarımı birbirine sürterek çevirdiğimde birbirlerini çiziyorlar, neyse ki kalıcı değil. Ama artık çok hasarlılar. Belki de esas şimdi yaşıyorlar.
Darda durmayınca didara gidilmezmiş. Beter olmadan iyi olunmazmış. Peh işe bak...
Suriye'de oynanan ince oyuna bak lan. İnsanlar kendi kendilerini öldürüyor. Liderleri tebrik ediyorum tereyağından kıl çekiyor çıkarcı yalaklar.
Bu akşam ne kadar Şalpazarı'ndan bahsedildi ama yaaa...
-Onu kıskandım. Efendisinin onu bu kadar önemsemesi bunu izlemek bana acı veriyor. Tomoe-kun'dan hoşlanmıyorum. Tomoe kaybolursa hayatım ne kadar güzel olur diye düşündüm. Sanırım insanlar buna "kıskançlık" diyor. Nanami-chan daha önce birini kıskanmış mıydın? Söyle bana bu duygularla nasıl başa çıkarım?
-Üzgünüm. Senden çok fazla şey istedim ama güvenebileceğim tek kişi sensin!
-Sen böyle söyleyince nasıl reddederim ki.
-Aynı yüz, aynı ses. O.
Sevdiğim erkek karanlığa batmış.
Kami-sama / e.8
Sabahın köründe sahilde yürüyorsam, havada ki koku beni büyüler. Ve yüzüme vuran güneş...
Güzel bi organizasyondu yedik, dinledik, konuştuk, görüştük vs. vs. Servet inanılmaz nezaketli bi insan. Ona "bu kadar iyi olma yaa!" dedim. Oda, "bunlar normal şeyler" dedi. İçimden eğer normal olan bunlarsa bu erkeklerin % 96 si ileri derece de anormal demek geldi. Servet'in tavırları, onun yanında kadın olduğunu hissetmeni sağlıyo ve benzer tavırlar...
Bugün de bazı insanlarla bazı özellerini paylaştım. Hepsi takdirlik. Akıllarını kullanıp üstlerinden gelebiliyorlar. Ya ben, yıllardır durmaksızın kullandığım aklım, sırra kadem bastı bu aralar... Servet'in inançsızlığı, düşünceden ziyade ihtiyaç odaklı gibi geldi. Ama her ne olursa olsun, benim gözümde, katılmadığım bir düşünce olmasından değil, takdir ettiğim bi eylem olduğundan saygı duyduğum bir durum.
Nihayet aylardır alamadığım mangalarımdan 3 tane satın aldım. Çok mutluyum...
4 buçuk 5 gibi eve geldim. Önce anneme Serveti överek anlattım ve sonra inançsız olduğunu söyledim. Oda "kızım onunla konuşma" gibi tepkiler verdi. Bi yandan güldüm, bi yandan da üzüldüm. Annem başka ne diyebilirdi ki. Evde tüm gün misafir olduğundan annem yemek yapamamış. Bu akşamın yemeklerini dolayısıyla ben yaptım. Sonra başka misafirler, Fatma çayı getir, şunu götür derken bi ara yattım uyudum valla :)
Bana da bol mangalı saatler artık...
Pazar
Aşk Denilen O Çılgın Şey
" 'Aşk, gencin cinsel heyecanını, orta yaşın alışkanlığını ve yaşlının karşılıklı bağımlılığını etkilemekte kullanılan bir sözcük' şeklinde tanımlanabilir mi gerçekten de? Yoksa, dünyayı döndüren, dünyayı yepyeni yapan (Yunanlıların Eros'la gözlemlediği gibi) ya da onsuz çaresizliğe düşeceğimiz bir şey midir?
Aşk üzerine evrensel bir tanım kabul edilebilir mi? Onun garip gücü bir büyü tadına sahip değil mi? Sevgili'nin ebeveyn imgesini tutuşturan enerji olarak saklanıp yeniden ortaya çıkmaz mı?
North Dakota Üniversitesi'nden Paul Wright;
Aşk ilişkileri, arkadaşlıklardan dört alanda farklılık gösteriyor. Aşk ilişkileri daha kişiye özel, çoşkusal ifadede daha şiddetli ve arkadaşlıklardan daha sürekli olduğu gibi, toplumsal kurallar ve beklentiler aşk ilişkilerinde daha egemen olarak görülüyor.
Arkadaşlarımızı sevebiliriz, ama mahrem aşk, öyle görünüyor ki, çok daha yüksek bi heyecan taşır. Mahremiyet sık sık Öteki'ne karşı büyülenmeyi, bir tek ona özgü arzuyu ve kuşkusuz cinsel arzuyu içerir. Bu niteliklerin her biri, mahrem aşk ilişkilerinin psişik yatırımının çok daha fazla olduğunu düşündürüyor. Büyülenme (fascination), "büyülemek" anlamına gelen Latince fascinare sözcüğünden gelir. Bu anlamda büyülenme, bir okuldan mezun olduğumuzda öğrenebileceğimiz bir şey değildir; bilincine sahip olmak, onu gaspetmek anlamına gelir.
Öyleyse, Öteki tarafından büyülenmek, güçlü bir fikrin eline düşmek demektir. Yansıtmada olan budur. Aşka düşmenin en azgın aşamasında azgın sözcüğü kesinlikle fazla güçlü bir sözcük değildir burada; Öteki'ne saplanmaktan başka bir şey yapmak kişinin gerçekten elinden gelmez. Kişi yüreğinin arzusu ile yansıtmacı bir özdeşime yakalanır. Bu Öteki'yle büyülenmenin bilinçdışı desteklenmesidir: Çocukluğun yitik cennetini yeniden kurma arayışının, çocuğa ilgi ve sevgi gösteren ilk kişilerde başlangıçtaki participation mystique'in yeniden oluşturulması özleminin.
Mahrem bir ilişkide, kişi, Öteki'nin davasının bayraktarlığını üstlenmeye daha isteklidir, çünkü kişi Öteki'nin iyiliğine daha derin bir yatırım yapar. Ve kişi, bir arkadaşından çok sevgili için kişisel özveride bulunma eğilimindedir. Kuşkusuz, büyük aşk hikayelerinin birçoğunun temel taşında böyle özveri vardır; bizi hâlâ etkilemeye devam etmelerinin nedeni, insanın sevilen bir Öteki'nin kurtuluşu adına derin içgüdüsünü yüceltme kapasitelerini göstermeleridir.
Tarihsel olarak, aşk ve evlilik eşanlamlı değildir; "at ve araba gibi" diyen eski şarkının tersine, çok ender olarak birlikte yürürler. Aslını ararsanız, sadece son bir çeyrek yüzyıldır evlilik ve aşkın tek ve aynı şey olduğunu ileri süren bir yaygın görüş vardır. Bu, mutlu bir şekilde beraber olan insanlar birbirlerini sevmezler anlamına gelmiyor elbette, ama daha çok, insanlık tarihinin çok büyük bölümü boyunca, evlilik, bireyi mutlu etmekten ya da karşılıklı bireyleşme hedefine hizmet etmekten çok, kültüre istikrar getirmeyi amaçlamıştır. Herhalde tarihteki evliliklerin çok büyük bir bölümü, bugünün ölçüleriyle değerlendirildiğinde, aşksız olarak nitelendirilebilir, çünkü bunlar çocuk doğurmak, onu korumak ve beslemek, böylece kabileyi muhafaza etmek, toplumsal ve dinsel değerleri aktarmak ve anarşik libidoyu toplumsal olarak yararlı yönlere kanalize etmek üzere yapılmış sözleşmeli düzenlemelerdi.
Benzer bir şekilde, birçok evlilikte, anlamı ne olursa olsun, aşk kesinlikle belirleyici değer değildir. İnsanları daha çok bir araya getiren, sinerji arayan enerji, eşlerden her birinin işleyimsel kompleksleridir. Biri veya her ikisi birden, birbirinde mükemmel anne/babayı arayabilir, hatta yaralı bir ben anlayışını doğrulamak için bir suiistimalciyi bulmak isteyebilir ya da ailesinde eksik olan şeyin peşinde koşuyor olabilir. Ya da, kişi, aktarılmış bir iktidar anlayışı için evlenebilir.
Biri diğerinden söz etmiş olan iki kadını hatırlıyorum. İkisinin de şikayetleri aynıydı, kocaları sadece işten söz etmeyi biliyorlardı. Her iki kadın da, yirmi yıl önce "aşk" için evlenmişler ama bu evlilik çarçabuk sona ermişti. Ardından iki kadın da, kendilerinden epeyce yaşlı, nüfuzlu, "başarılı" ve görünüşte çok daha olgun bir seçim olan birer erkekle evlenmişti. Ne ki, her iki kadın da, az gelişmiş animuslarını, ikinci kocalarına aktarmıştı. Güzel evleri ve pahalı arabaları vardı, ama gerçek bir ilişki kuramıyorlardı. Onları kocalarına çekmiş olan bu tastamam "ergil" nitelikler, kendi içlerinde yalnız az gelişmiş olmakla kalmıyor, aynı zamanda ne mutluluk ne de anlamlı bir ilişki getirebilen nüfuslarından başka ortak pek az şey sundukları kocalarının kişiliklerini kısıtlıyordu.
Bu bize, ne istediğimizi bilmemiz gerektiğine ilişkin kadim öğüdü hatırlatıyor. Derin psikoloji de bunu yankılar: Düpedüz kompleksin istediği, bilinçdışı tarihin istediği ve yaşanmamış yaşamın istediği şeyi elde edebiliyoruz. Ve ardından, bu melûn kökü göz önüne alındığında, ilişki, gizlice bağlı olduğu trajik yazgıyı bitirebiliyor.
Öyle görünüyor ki, her şey, her şey aşk denilen bu şeye dayanıyor. Doğayı severiz, aşk yaparız, âşık oluruz ve aşkımız sona erer, aşkın peşinden gideriz ve aşktan bizi korumasını isteriz. Romantik aşk, yani canlılık, şiddetli heyecan, Sevilen'e duyulan yoğun özlem, çılgınca boğuşma, Sevilen kaybedildiğinde hissedilen derin acı, Öteki'nin sabitliğine ilişkin kaygılı belirsizlik -bütün bunlar ve daha fazlası, çağımızın hem en büyük enerji kaynağı hem de başlıca uyuşturucusudur. Bir zamanlar atalarımızı tanrılara, doğaya, kabileye ve kendi kendilerine bağlanmaya yardımcı olmuş kabilesel mitlerin aşınması göz önüne alındığında, romantik aşkın yüzyılımızın varoluşsal açlığının birincil bölgesi olduğu ortaya çıkar. Hatta romantik aşkın, yaşamlarımızdaki en büyük güdüleme, güç ve nüfuz alanı olan kurumsal dinin yerini aldığını söylemek bile mümkündür.
Öyleyse, aşk arayışı Tanrı arayışının yerini almıştır. Şoke eden bir düşünce mi? Doğru Olamaz mı? Tavsiyemi tekrarlayayım: Radyo istasyonlarında şöyle bir gezinin. Neredeyse bütün popüler şarkılar, romantik aşkın "dinselliği"nden dem vuruyor. Din (religion) sözcüğünün etimolojisini hatırlayın -"geriye bağlamak, yeniden bağlantılanmak." Şimdiye değin bunu yüce bir varlıkla olan ilişkide aradık; şimdi onu bir Öteki'ne gömülmüş aracılığıyla bulmaya çalışıyoruz. Her şarkı, bu Öteki'nin arayışının peşindedir: Onun, hemen bir sonraki çoşkusal köşenin ardında olduğunu bilmenin, Doğru Kişi'yi bulmanın sevincinin, kompleksler istenmeyen bir şekilde ortaya çıkıverdiğinde çatışma ve incinmenin öfkesi ve acılığının, kaybetmenin ıstırabının, ardından tekrar başa geri dönmenin, yenilenen arayışın öyküsünü anlatır.
Sahte tanrıların en büyük gücü, onların kurnazca baştan çıkarma güçlerinde değil, bir çok ihanetin ardından bile sorgulanmayan inanca hükmetme yeteneklerinde yatar. Aslına bakılırsa, pek çok popüler şarkı yüreklerin, Büyülü Öteki için yeni baştan arayışa girişme yönündeki şiddetli kararlılığını kutlar. The Bridges of Madison County adlı kitabın ve filmin bunca beğeni toplaması, bu romans dininin gücünü, bu bitmek bilmez arayışı doğrular. Bir gün, sıkıcı yaşamınızın tam ortasında, akıl almaz yabancı sizi yaşamın içine itecek, aşkınlık ihsan edecek ve ardından sizi sıradan ama tutuşmuş ruhunuzla bırakacak, sonsuza değin uzaklaşıp gidecek. Kısmet öpücükleri. Ne kadar değerli olursa olsun, hiç bir eş bu fantaziyle rekabet edemez.
Kendi kendimiz hakkında bilmediğimiz- ve asla da hiçbir şey öğrenmeyeceğimiz- şey, dış dünyaya yansıtılacaktır.
Büyülü Öteki arayışı, Acem şair Mevlânâ tarafından şu beyitle başlayan şiirinde dile getiriliyor:
İlk aşk hikayemi işittiğim anda,
Seni aramaya başladım...
Bu tastamam bizim aradığımız şey, tanrıların bize verdiği Kişi ile, bizi tamamlayacak olan, bizi bütünleyecek olan Kişi'yle yazgılanmış karşılaşmamız değil midir? Aşk üzerine diyaloğunda, Şölen'de, Aristophanes'in bizim başlangıçtaki bütünlüğümüze, işlediğimiz hatalar yüzünden tanrılar tarafından bölünmemizi, bunun ardından dünyanın çılgınca öteki yarısını arayan yarım-ruhlarla dolduğuna ilişkin komik betimlemesinde bu umudu açıkça ortaya koyan Eflâtun değil miydi? Mevlana:
... ne kadar kör olduğunu bilmeden.
Aşıklar sonunda bir yerlerde karşılaşmazlar.
Bütün bu süre boyunca birbirlerinin içindedirler.
Bizi esinleyen kişi, Sevgili, hepimizin içindedir. Aslına bakılırsa, bu, yansıtmaya ilişkin en harika şeylerden biridir: Aksi halde öylece uykuda kalacak olan enerjilerin serbest kalmasını mahmuzlar. Bu, biliyorum ki, herkes ama herkes için olduğu gibi benim ve sizin için de doğrudur."
Cennet Projesi - James Hollis
Bu kitaptaki hemen hemen tüm semptomları gösteriyormuşum hemde en üst seviyede. Ama katılmadığım bi çok yeri de oldu. Mesela en etkilinin mahrem aşk olduğundan ve bunu yaşayanların psişik ilişkilerinin yoğunluğundan falan bahsetmiş. Bunu da yer yer cinselliğe bağlamış. Arkadaş Ender'in seksi hiç bi yanı yok la. Ne fizik ne surat. Götsüzün önde gideni hatta ufacık kıçı var ama nihayetinde sadece erkek. Erkeklerden duyduğum ve çok çirkin gelen bi lafları var "Abi nefes alsın yeter". Kesinlikle cinsel ihtiyaç gidermek için atılan bir laf. Bende aynısını söylüyorum ama benimkisi tam aksi bir sebepten. Var olsun yeter. Biri benim durumuma da bir açıklık getirebilir mi artık. Kitabın Aşk, İlişki ve Ruh bölümünde daha derin hislerden bahsediyor ama nedense okudukça beni kötü etkiledi.Sonra boğulmaya başladım.
Birbirimiz de bişeyler aradığımız kesin.
"aşk arayışı Tanrı arayışının yerini almıştır" diyo mesela. Bunlar ergen işleri değil mi ya. Bu devirde aşk aramak diye bi kavram hala geziniyor mu? İnsanlar Birbirlerini tanısın tanımasın bir şekilde kullanıyor sonra da ihtiyaçlarını giderip atmıyorlar mı? Kim ne arıyor şimdi. Bence aranılan şey sadece yalnızlıklarını paylaşma ihtiyacı. Ben bu güne kadar aşk ne aradım ne de arayana rastladım. Genelde can sıkıntısından sevgili arayan arkadaşlarım oldu. Evlilik yaşları geldiğinden de geliri olan eş adayı arayan arkadaşlarım. Sonra tanıdıkça bırakmak istemeyenler. Ya da hepiniz sadece aşk aradı da bana farklı sebepler mi söylediniz lan?
Ama aşk bunlarla alakası olmayan bişey ve aranarak bulunmayan belki de.
Aşk ve Tanrı arayışı, bu iki anlayışı neden birbirine geçirmiş bu adam ikisi de madde olmadığı için mi? Bağlantılanmak. Şimdiye değin bunu yüce bir varlıkla olan ilişkide aradık; şimdi onu bir Öteki'ne gömülmüş aracılığıyla bulmaya çalışıyoruz. romantik aşkın dinselliği? Yetersiz geldi yaa daha sağlam dayanakları olmalı.
Ama yinede bilinmeyen şeylerin felsefesini seviyorum.
Tanrı'nın yaptığı gibi aşkta bedenle maddeye dönüşüyor sanırım.
Aşk üzerine evrensel bir tanım kabul edilebilir mi? Onun garip gücü bir büyü tadına sahip değil mi? Sevgili'nin ebeveyn imgesini tutuşturan enerji olarak saklanıp yeniden ortaya çıkmaz mı?
North Dakota Üniversitesi'nden Paul Wright;
Aşk ilişkileri, arkadaşlıklardan dört alanda farklılık gösteriyor. Aşk ilişkileri daha kişiye özel, çoşkusal ifadede daha şiddetli ve arkadaşlıklardan daha sürekli olduğu gibi, toplumsal kurallar ve beklentiler aşk ilişkilerinde daha egemen olarak görülüyor.
Arkadaşlarımızı sevebiliriz, ama mahrem aşk, öyle görünüyor ki, çok daha yüksek bi heyecan taşır. Mahremiyet sık sık Öteki'ne karşı büyülenmeyi, bir tek ona özgü arzuyu ve kuşkusuz cinsel arzuyu içerir. Bu niteliklerin her biri, mahrem aşk ilişkilerinin psişik yatırımının çok daha fazla olduğunu düşündürüyor. Büyülenme (fascination), "büyülemek" anlamına gelen Latince fascinare sözcüğünden gelir. Bu anlamda büyülenme, bir okuldan mezun olduğumuzda öğrenebileceğimiz bir şey değildir; bilincine sahip olmak, onu gaspetmek anlamına gelir.
Öyleyse, Öteki tarafından büyülenmek, güçlü bir fikrin eline düşmek demektir. Yansıtmada olan budur. Aşka düşmenin en azgın aşamasında azgın sözcüğü kesinlikle fazla güçlü bir sözcük değildir burada; Öteki'ne saplanmaktan başka bir şey yapmak kişinin gerçekten elinden gelmez. Kişi yüreğinin arzusu ile yansıtmacı bir özdeşime yakalanır. Bu Öteki'yle büyülenmenin bilinçdışı desteklenmesidir: Çocukluğun yitik cennetini yeniden kurma arayışının, çocuğa ilgi ve sevgi gösteren ilk kişilerde başlangıçtaki participation mystique'in yeniden oluşturulması özleminin.
Mahrem bir ilişkide, kişi, Öteki'nin davasının bayraktarlığını üstlenmeye daha isteklidir, çünkü kişi Öteki'nin iyiliğine daha derin bir yatırım yapar. Ve kişi, bir arkadaşından çok sevgili için kişisel özveride bulunma eğilimindedir. Kuşkusuz, büyük aşk hikayelerinin birçoğunun temel taşında böyle özveri vardır; bizi hâlâ etkilemeye devam etmelerinin nedeni, insanın sevilen bir Öteki'nin kurtuluşu adına derin içgüdüsünü yüceltme kapasitelerini göstermeleridir.
Tarihsel olarak, aşk ve evlilik eşanlamlı değildir; "at ve araba gibi" diyen eski şarkının tersine, çok ender olarak birlikte yürürler. Aslını ararsanız, sadece son bir çeyrek yüzyıldır evlilik ve aşkın tek ve aynı şey olduğunu ileri süren bir yaygın görüş vardır. Bu, mutlu bir şekilde beraber olan insanlar birbirlerini sevmezler anlamına gelmiyor elbette, ama daha çok, insanlık tarihinin çok büyük bölümü boyunca, evlilik, bireyi mutlu etmekten ya da karşılıklı bireyleşme hedefine hizmet etmekten çok, kültüre istikrar getirmeyi amaçlamıştır. Herhalde tarihteki evliliklerin çok büyük bir bölümü, bugünün ölçüleriyle değerlendirildiğinde, aşksız olarak nitelendirilebilir, çünkü bunlar çocuk doğurmak, onu korumak ve beslemek, böylece kabileyi muhafaza etmek, toplumsal ve dinsel değerleri aktarmak ve anarşik libidoyu toplumsal olarak yararlı yönlere kanalize etmek üzere yapılmış sözleşmeli düzenlemelerdi.
Benzer bir şekilde, birçok evlilikte, anlamı ne olursa olsun, aşk kesinlikle belirleyici değer değildir. İnsanları daha çok bir araya getiren, sinerji arayan enerji, eşlerden her birinin işleyimsel kompleksleridir. Biri veya her ikisi birden, birbirinde mükemmel anne/babayı arayabilir, hatta yaralı bir ben anlayışını doğrulamak için bir suiistimalciyi bulmak isteyebilir ya da ailesinde eksik olan şeyin peşinde koşuyor olabilir. Ya da, kişi, aktarılmış bir iktidar anlayışı için evlenebilir.
Biri diğerinden söz etmiş olan iki kadını hatırlıyorum. İkisinin de şikayetleri aynıydı, kocaları sadece işten söz etmeyi biliyorlardı. Her iki kadın da, yirmi yıl önce "aşk" için evlenmişler ama bu evlilik çarçabuk sona ermişti. Ardından iki kadın da, kendilerinden epeyce yaşlı, nüfuzlu, "başarılı" ve görünüşte çok daha olgun bir seçim olan birer erkekle evlenmişti. Ne ki, her iki kadın da, az gelişmiş animuslarını, ikinci kocalarına aktarmıştı. Güzel evleri ve pahalı arabaları vardı, ama gerçek bir ilişki kuramıyorlardı. Onları kocalarına çekmiş olan bu tastamam "ergil" nitelikler, kendi içlerinde yalnız az gelişmiş olmakla kalmıyor, aynı zamanda ne mutluluk ne de anlamlı bir ilişki getirebilen nüfuslarından başka ortak pek az şey sundukları kocalarının kişiliklerini kısıtlıyordu.
Bu bize, ne istediğimizi bilmemiz gerektiğine ilişkin kadim öğüdü hatırlatıyor. Derin psikoloji de bunu yankılar: Düpedüz kompleksin istediği, bilinçdışı tarihin istediği ve yaşanmamış yaşamın istediği şeyi elde edebiliyoruz. Ve ardından, bu melûn kökü göz önüne alındığında, ilişki, gizlice bağlı olduğu trajik yazgıyı bitirebiliyor.
Öyle görünüyor ki, her şey, her şey aşk denilen bu şeye dayanıyor. Doğayı severiz, aşk yaparız, âşık oluruz ve aşkımız sona erer, aşkın peşinden gideriz ve aşktan bizi korumasını isteriz. Romantik aşk, yani canlılık, şiddetli heyecan, Sevilen'e duyulan yoğun özlem, çılgınca boğuşma, Sevilen kaybedildiğinde hissedilen derin acı, Öteki'nin sabitliğine ilişkin kaygılı belirsizlik -bütün bunlar ve daha fazlası, çağımızın hem en büyük enerji kaynağı hem de başlıca uyuşturucusudur. Bir zamanlar atalarımızı tanrılara, doğaya, kabileye ve kendi kendilerine bağlanmaya yardımcı olmuş kabilesel mitlerin aşınması göz önüne alındığında, romantik aşkın yüzyılımızın varoluşsal açlığının birincil bölgesi olduğu ortaya çıkar. Hatta romantik aşkın, yaşamlarımızdaki en büyük güdüleme, güç ve nüfuz alanı olan kurumsal dinin yerini aldığını söylemek bile mümkündür.
Öyleyse, aşk arayışı Tanrı arayışının yerini almıştır. Şoke eden bir düşünce mi? Doğru Olamaz mı? Tavsiyemi tekrarlayayım: Radyo istasyonlarında şöyle bir gezinin. Neredeyse bütün popüler şarkılar, romantik aşkın "dinselliği"nden dem vuruyor. Din (religion) sözcüğünün etimolojisini hatırlayın -"geriye bağlamak, yeniden bağlantılanmak." Şimdiye değin bunu yüce bir varlıkla olan ilişkide aradık; şimdi onu bir Öteki'ne gömülmüş aracılığıyla bulmaya çalışıyoruz. Her şarkı, bu Öteki'nin arayışının peşindedir: Onun, hemen bir sonraki çoşkusal köşenin ardında olduğunu bilmenin, Doğru Kişi'yi bulmanın sevincinin, kompleksler istenmeyen bir şekilde ortaya çıkıverdiğinde çatışma ve incinmenin öfkesi ve acılığının, kaybetmenin ıstırabının, ardından tekrar başa geri dönmenin, yenilenen arayışın öyküsünü anlatır.
Sahte tanrıların en büyük gücü, onların kurnazca baştan çıkarma güçlerinde değil, bir çok ihanetin ardından bile sorgulanmayan inanca hükmetme yeteneklerinde yatar. Aslına bakılırsa, pek çok popüler şarkı yüreklerin, Büyülü Öteki için yeni baştan arayışa girişme yönündeki şiddetli kararlılığını kutlar. The Bridges of Madison County adlı kitabın ve filmin bunca beğeni toplaması, bu romans dininin gücünü, bu bitmek bilmez arayışı doğrular. Bir gün, sıkıcı yaşamınızın tam ortasında, akıl almaz yabancı sizi yaşamın içine itecek, aşkınlık ihsan edecek ve ardından sizi sıradan ama tutuşmuş ruhunuzla bırakacak, sonsuza değin uzaklaşıp gidecek. Kısmet öpücükleri. Ne kadar değerli olursa olsun, hiç bir eş bu fantaziyle rekabet edemez.
Kendi kendimiz hakkında bilmediğimiz- ve asla da hiçbir şey öğrenmeyeceğimiz- şey, dış dünyaya yansıtılacaktır.
Büyülü Öteki arayışı, Acem şair Mevlânâ tarafından şu beyitle başlayan şiirinde dile getiriliyor:
İlk aşk hikayemi işittiğim anda,
Seni aramaya başladım...
Bu tastamam bizim aradığımız şey, tanrıların bize verdiği Kişi ile, bizi tamamlayacak olan, bizi bütünleyecek olan Kişi'yle yazgılanmış karşılaşmamız değil midir? Aşk üzerine diyaloğunda, Şölen'de, Aristophanes'in bizim başlangıçtaki bütünlüğümüze, işlediğimiz hatalar yüzünden tanrılar tarafından bölünmemizi, bunun ardından dünyanın çılgınca öteki yarısını arayan yarım-ruhlarla dolduğuna ilişkin komik betimlemesinde bu umudu açıkça ortaya koyan Eflâtun değil miydi? Mevlana:
... ne kadar kör olduğunu bilmeden.
Aşıklar sonunda bir yerlerde karşılaşmazlar.
Bütün bu süre boyunca birbirlerinin içindedirler.
Bizi esinleyen kişi, Sevgili, hepimizin içindedir. Aslına bakılırsa, bu, yansıtmaya ilişkin en harika şeylerden biridir: Aksi halde öylece uykuda kalacak olan enerjilerin serbest kalmasını mahmuzlar. Bu, biliyorum ki, herkes ama herkes için olduğu gibi benim ve sizin için de doğrudur."
Cennet Projesi - James Hollis
Bu kitaptaki hemen hemen tüm semptomları gösteriyormuşum hemde en üst seviyede. Ama katılmadığım bi çok yeri de oldu. Mesela en etkilinin mahrem aşk olduğundan ve bunu yaşayanların psişik ilişkilerinin yoğunluğundan falan bahsetmiş. Bunu da yer yer cinselliğe bağlamış. Arkadaş Ender'in seksi hiç bi yanı yok la. Ne fizik ne surat. Götsüzün önde gideni hatta ufacık kıçı var ama nihayetinde sadece erkek. Erkeklerden duyduğum ve çok çirkin gelen bi lafları var "Abi nefes alsın yeter". Kesinlikle cinsel ihtiyaç gidermek için atılan bir laf. Bende aynısını söylüyorum ama benimkisi tam aksi bir sebepten. Var olsun yeter. Biri benim durumuma da bir açıklık getirebilir mi artık. Kitabın Aşk, İlişki ve Ruh bölümünde daha derin hislerden bahsediyor ama nedense okudukça beni kötü etkiledi.Sonra boğulmaya başladım.
Birbirimiz de bişeyler aradığımız kesin.
"aşk arayışı Tanrı arayışının yerini almıştır" diyo mesela. Bunlar ergen işleri değil mi ya. Bu devirde aşk aramak diye bi kavram hala geziniyor mu? İnsanlar Birbirlerini tanısın tanımasın bir şekilde kullanıyor sonra da ihtiyaçlarını giderip atmıyorlar mı? Kim ne arıyor şimdi. Bence aranılan şey sadece yalnızlıklarını paylaşma ihtiyacı. Ben bu güne kadar aşk ne aradım ne de arayana rastladım. Genelde can sıkıntısından sevgili arayan arkadaşlarım oldu. Evlilik yaşları geldiğinden de geliri olan eş adayı arayan arkadaşlarım. Sonra tanıdıkça bırakmak istemeyenler. Ya da hepiniz sadece aşk aradı da bana farklı sebepler mi söylediniz lan?
Ama aşk bunlarla alakası olmayan bişey ve aranarak bulunmayan belki de.
Aşk ve Tanrı arayışı, bu iki anlayışı neden birbirine geçirmiş bu adam ikisi de madde olmadığı için mi? Bağlantılanmak. Şimdiye değin bunu yüce bir varlıkla olan ilişkide aradık; şimdi onu bir Öteki'ne gömülmüş aracılığıyla bulmaya çalışıyoruz. romantik aşkın dinselliği? Yetersiz geldi yaa daha sağlam dayanakları olmalı.
Ama yinede bilinmeyen şeylerin felsefesini seviyorum.
Tanrı'nın yaptığı gibi aşkta bedenle maddeye dönüşüyor sanırım.
Bu da Geçer Ya Hu
Adı iğrenç gelen bir durumun tam ortasındayım inanması çok güç. "AŞK" "Ş" harfinin kuyruğunda sallanıyor olabilirim ıyyyy.
Eve geldik yine misafir nah okursun kitabını. Kuzencan napıyonuz yaa! eşine elma vermeler falan. Hemen hemen benimle yaşıtlar.12 de kalktılar zaten. Ayrıca hamile olan olana bi yandan teyze oldum bi yandan ikincisi geliyor. Bereketli bi yıl.
-Bu da geçer Süha.
-Ya geçmezse Gülümser hanım?
eee yanıt nerde lan? Yazmamışlar. Sen o kadar olaylarla bezeli senaryo yaz bu kısmı atla. Nasıl bir oyun anlayışı. Nesini beğendiysem :) Ahmet haklıydı çok da iyi bir oyun sayılmaz. O görsel ve kurgu anlamında bunları söylüyor bense yine beklentilerle oturup aradığımı bulamadığımdan. Ama yinede performansları iyiydi. özelikle Yüzbaşı Brolan'a bayıldım :)
Ah İstanbul sende yaralı mısın... diye başlayan bir şarkı söylediler koydu valla.
Bir Ahmet kalmıştı Ender'i bilmeyen oda öğrendi tam oldu.
Elimdeki kitabı bitirmek için eve erken dönmek istedim sonra keşke kalsaydım dedim Yasemin, Eda, Ahmet'le sohbet ederdim, gülüp eğlenirdik. Ama onun yerine Beyza'dan nasihatlerle eve döndüm. Bir ara yolda yüzünü Ender'e benzettiğim birini gördüm ve "insanlar Ender'e benzemesin" dedim. Beyza'da "bir düşün bu insanların yarısı Rıza, yarısı Ender" dedi. Gözlerim kocaman oldu. "Ender'lerin hepsi benim" dedim. Üstüne espriler. Nasıl güzel bi hayalmiş lan! Ama ben kesinlikle bu kızlar gibi sevmiyorum. Nasıl atlatabiliyorlar? Çok çabuk, hololop yenen bi yemek gibi. Olmuyorsa belki biraz zırlama yada samimi bir ağlama. Sonra yenileri.
En doğrusunu yaptıkları kesin ama söz geçmiyor ki. Hiç biri gibi değil çünkü yada bildiğim şeyler gibi değil.
-Bu da geçer ya hu.
-Peki ya sonra.
-Sonra başkaları.
-Başkaları için de aynı şeyleri hissedecek miyim?
-Belki.
-O zaman istemiyorum. Kimse Ender değil, o da başkaları değil. Bu benim için yeterli. Daha fazlasına gerek yok, öyleyse fazlasıyla boş konuşuyorsun.
Adı iğrenç gelen bir durumun tam ortasındayım inanması çok güç. "AŞK" "Ş" harfinin kuyruğunda sallanıyor olabilirim ıyyyy.
Eve geldik yine misafir nah okursun kitabını. Kuzencan napıyonuz yaa! eşine elma vermeler falan. Hemen hemen benimle yaşıtlar.12 de kalktılar zaten. Ayrıca hamile olan olana bi yandan teyze oldum bi yandan ikincisi geliyor. Bereketli bi yıl.
Servet nasıl bir insansın? Bu kadar iyi olma lütfen. Yarın için Ulusal Kanal'ın düzenlediği bir yemek sanırım oraya ısrarla çağırdı. Servet'in güzel hatırı için gideceğim. Belki ateizm hakkında da konuşuruz.
Cumartesi
Ender'le olan yazışmalarımızı okudum da. Neler yapmışım. Yazdıklarıma çok güldüğüm yerler oldu. Çok komik şeyler yazmışım. Gerçi onunkilerin de aşağı kalır yanı yokmuş. Çok komikler. Ender çok sakin cevaplar vermiş ben de çözümlenemeyecekmiş gibi yada sadece ilgi bekleyerek. Aslında mevzuyu uzatarak oda ilgi beklemiş olabilir? benden uzunca cümleler, o ise en fazla iki cümle, kısa cevaplar. Bu durumu yazarken de fark etmiştim ama yinede cümlelerimi kısaltamamıştım.
Aslında niyetleri anlamak için yeterince konuşmuşuz ama o bunalımın içindeyken görmek gerçekten zor. İlgisiz Ender'den ilgi beklemek. Kıçla gülmelik bi durum. Aslında ona söylediklerimi çok az bi kısmını başka bir erkeğe söyleseydim gururu okşandığından benimle ilgilenirdi. Ya da hadi bişey söylemediğimi düşünelim, diğer erkek arkadaşlarımla gayet normal ve birbirimizle ilgilenerek sohbet edebiliyoruz. Üstelik ben onları göklere çıkarmıyorum. Kaldı ki Ender'le arkadaşken de benimle ilgili bişeyi merak ettiğini hatırlamıyorum. Sizce etrafa karşı bu denli umursamaz olmak problemli bir durum değil mi? Yok yok bu çocuğun kesin sorunları var. Kim ya da ne onu bu kadar hayattan soğuttu? Acaba ben de bu duruma katkıda bulundum mu? Onu gerçekten bırakacağımı düşünecek kadar aptal değildir umarım. Beni tanımamış olma ihtimali var mı? Daha önce ben ona bugüne kadar anlaşamadığım hiç insan olmadığını, delilerle de, orospularla da, jigololarla da, homolarla veya dini bütün insanlarla da oturup rahatlıkla konuşabildiğimi dolayısıyla kimseyi kişiliğinden dolayı yargılamadığımı, hayatımda bugüne kadar küsüp bıraktığım kimse olmadığını söyledim mi? Bu mevzuyu o kadar insanla paylaştım ki ona da söyleyip söyleyemediğimi hatırlamıyorum. Ya söylemediysem? Bu çocuk benim yüzümden üzülmüş olabilir mi? İhtimal var mı? Tabi üzülürsün ama bu çocuk umursamıyor ki muhtemelen "gene saçmalıyo bu kız" deyip takmamıştır dimi? Acaba insanları umursuyor fakat umursamazmış gibi mi görünmek zorunda kalıyor? O halde "merak ediyorum", "abartıyorsun" derken doğru mu söylüyordu? Bi insan neden umursamazmış gibi tavır takınır ki? Kendini başkalarına vererek olaylara kapılmak istemiyor mu? Birine kapılmak istememek. Bu duygusal bi durumdan kaynaklı değil mi? Tamam bende istemiyordum ama benim gerçek sebeplerim var. Onunla olacak olan ilişki yasak çünkü. Başka bir sebep, ders çalışamıyor olmamdı. Tek hatam işte burda oldu, ders çalışamıyorum diye onu suçladım, halbuki aklıma geldikçe onu aramalıydım. Sadece nasıl olduğunu sorup kapatmalıydım belkide. Böylece ortada bişey olmadığını anlayıp çalışmaya devam edebilirdim. Ama kendimi özde kaptırmamak gibi bir amacım olmadı. Bu insanlar çok mu korkak? Bende korkuyorum ama maddi şeylerden. Yoksa kim birini sevmekten korkar ki? Acı çekmiş ve tekrar acı çekmekten korkan insanlar olabilir. Bu yüzden mi ben bodoslama dalıyorum yoksa? Daha önce böyle bi mevzu da acı çekmediğim için mi? Ne yani açılışı yaptım diye bundan böyle tekrar acı çekmemek için başkalarına aşık olmayayım mı? Bu kendimize yaptığımız gerçek bi acı olmaz mı? Belki bi 3 yıl sonra başkalarına aşık olabileceğim ama hiç kimse Ender kadar özel olamayacak. Bu mutlu olmam için bile yeterli ama hayatımın geri kalanını onunla geçiremeyecek olduğumu bilmek gerçekten böyle içini burka burka acıtıyo. Tamam, acıtsın, bu Ender'i daha da özel yapıyor çünkü...
Oo mevzuyu iyice saptırdım, yazışmalarımızla ilgili yorumlarıma geri dönsem iyi olur. Kendimce geliştirdiğim çözümler çok komikmiş. Çok pis oynamış benle galiba. Yine kesmeler yapmış, keşke fark edip anlamını sorsaydım. Sanırım benimle konuşurken bile başkalarını düşünüyormuş. Yazarken ağladığım çok yer olmuş. Çok ani olmuş ya, onun yazdığı şeye verdiğim büyük tepki. Bunu yapmak istiyormuşum. Kurtulmak istiyormuşum içimde taşıdığım Ender'den.
Beklentilerle yaklaşmışım hep Ender'e onu fark ettim. Var olan sorunlarımın çözümleri ondaymış gibi, onunla olmazsam halledemeyecekmişim gibi düşüncelerle davranmışım. Nasıl bi fırtına atlatmışım? Hala geçtiğini söyleyemem ama artık eskisi kadar hiddetli değilim, daha sakin olduğumu düşünüyorum. Belki beklentilerim hiddetli olmamı sağladı yada hiddetim beklentili olma mı. Bilemiyorum.
Evlilik konusunda içten içe Ender'e hep katıldım, böyle bir kurumun gereksizliğine ya da anlamsızlığına mı demeli, ama insan isteklerini meşru bir zeminde yapmak istiyor, istediği gibi ve rahatça. Farklı sistemlerin farklı zeminlerin de yaşamalı artık... Mesela kızılderili...
"Pan Metron Ariston"
"Her şeyin ortası en iyisidir".
iyi de herkes ortaya gelirse uçları kim gösterecek bize?
İşte bu yüzden, bir doğru Mutlak Doğru olarak kabul edildiği anda Mutlak Saçma olur. Yaşamak için her doğru yanlışlara muhtaçtır.
tutarsız ara sıra tutarlı olmalı ki, mutlak tutarsızlığın tutarlılığına düşmesin. Çünkü mutlak tutarsız, tutarlı bir budaladır yine.
-Vazgeçmek özgürlüktür!
-Neden vazgeçmek?
-Seni tutsak eden şeylerden, işinden, ailenden, patronlardan, eğitimden, arkadaşlardan, Ender'den.
-Aşk tutsaklık mıdır?
-Bazen, belki, evet.
-O halde Yaşasın aşklı özgürlük!
"Her şeyin ortası en iyisidir".
iyi de herkes ortaya gelirse uçları kim gösterecek bize?
İşte bu yüzden, bir doğru Mutlak Doğru olarak kabul edildiği anda Mutlak Saçma olur. Yaşamak için her doğru yanlışlara muhtaçtır.
tutarsız ara sıra tutarlı olmalı ki, mutlak tutarsızlığın tutarlılığına düşmesin. Çünkü mutlak tutarsız, tutarlı bir budaladır yine.
-Vazgeçmek özgürlüktür!
-Neden vazgeçmek?
-Seni tutsak eden şeylerden, işinden, ailenden, patronlardan, eğitimden, arkadaşlardan, Ender'den.
-Aşk tutsaklık mıdır?
-Bazen, belki, evet.
-O halde Yaşasın aşklı özgürlük!
Ateistleri anlamak
"Tanrı yoktur" diyen ve bunu savunan adam gerçek bir mümin kadar Tanrısıyla beraber yaşamaktadır. Bu yüzden aklı başında bir Tanrı sadece kendine gerçekten inananları ve gerçekten inanmayanları sever.
Tanrıyı hiç düşünmeyenlerin, ona tamamen kayıtsız kalanların aklında ve gönlünde Tanrı tamamen "Yok" olmuştur. Ateist'in dilinde Tanrılar olmayabilir ama zihni onlarla doludur. Üstelik "Tanrı yok" demek onun varlığını daha başından kabul etmektir.
-Hey dostum kim yok dedin?
-Tanrı yok.
-Kim yok dedin sen, kim?
-Tanrı.
-Ha şöyle.
-Söz her şeyi var eder. Yok'u bile.
-Nasıl?
-Var'ın karşıtı nedir?
-Yok.
-Gördün mü işte!
Eski Yunanlıların Mukaddes Kitabı kabul edilen İlyada'nın beni en çok hayrete düşüren bölümleri, ölümlülerin Tanrıları kovaladıkları ve hatta bazen sille tokat patlattıkları sahnelerdi. Tanrılarla böyle bir içtenliğe ve yakınlığa ne kadar ihtiyacımız var. üstelik buna onların da ihtiyacı olamaz mı?
-"Ben gizli bir hazine idim. Bilinmezliği istedim ve Mahlukatı yarattım"
-Neden?
-İşte bunu sorasın diye.
"Her şeyden önce Söz vardı ve Söz Tanrıydı" diye başlar İncil.
Hiç de fena bir başlangıç değildi doğrusu.
Birkaç bin yıl sonra postmodern felsefe de benzer sözlerle sayıklamaya başlar.
"Her şeyden önce söz vardı ve söz Tanrı'ydı"
Peki sonra ne oldu?
Hiç.
Önce kahkahalar kesildi
Sonra müzik
Sonra dans
Parti bitti.
Neşesiz bir Din, Keyifsiz bir Felsefe, Kahkahasız bir Fizik, Şehvetsiz bir Aşk gibidir. İştahsız oturulan bir sofra gibidir. Besleniriz hatta doyarız belki. Ama bir türlü tatmin olmayız.
Movin' on;
(Ayrıca dinin toplumları ileriye değil savaşlara ve gerilere sürüklediği düşüncesi. İnsanlığın gelişiminin önünde bir engel olarak görülmesi, Tanrının uyduruk olduğu ve ideolojiler için kullanıldığı düşüncesi ateistler arsında yaygın bir görüş olarak bilinir. Tümüyle haksızdırlar diyemem bazı inanç sistemleri veya buyruklar bir takım sonuçlara hatta sayısız savaşlara vesile olmuştur fakat tümüyle olumsuz örneklerle nitelendirmek yanlı davranmaktan farksızdır.)
Kaldı ki zaman büyük evrimleri, başka büyük evrimlerin içinde eriterek, dolana açıla, döne kıvrıla ilerliyor veya kendi içinde hiçbir anlam ve hedefi olmadan çabalayıp duruyor da biz budalalar bunu "ilerleme" zannediyoruz.
Özünde, ilerleme veya gerileme başıboş gezenlerin hayatlarına bir varoluş anlamı katabilmek için uydurdukları bir kavramdan öteye geçebilir mi?
Evet, devam edelim ilerleyelim beyler. İlerliyoruz;
Sonuç olarak, ilerliyor olduğumuzu varsayalım nereye varıyoruz? Nereden geldik peki? Tüm hepsi koca bir HİÇ. Kendi etrafımızda farklı yollarda dönüp durmaktan başka ne yapıyoruz! Sanayi öncesinde insanların bizden daha mutlu yaşamadıklarını nereden bilelim. Yada mağarasına avını götürmekten başka derdi olmayan en ilkel insanların bizden daha özgür olmadıklarını. Geçmişe dair ne biliyoruz da ilerlediğimizi iddia edebiliyoruz. Kendimizi kandırmazsak daha mutlu bir evrene kavuşmamız mümkün değil mi? Batı medeniyetin kavramlarıyla benliğimizden tavizler vererek sözde yaşadığımızı söylüyoruz ve bu berbat hayata bir anlam yüklemek istiyoruz bazı boşluklarımızı tanrılarla dolduruyoruz, başkalarıysa tanrı dışında ne olursa...
-Hangisine inanalım?
-Bilmem, Canın şimdilik hangisini çekerse ona inan.
-Sonra?
-Sonra canın hangisini çekerse ona inan.
-Hakikat?
-Hakikat; içgüdülerimize ve çıkarlarımıza, gündelik beyin kimyamıza ve hormonlarımıza, aldığımız uyuşturucular ve iksirlere velhasıl mekana, zamana ve vaziyete göre çok iyi slalom yapmasını bilen usta bir kayakçıdır merak etme.
Emre Yılmaz
Tanrıyı hiç düşünmeyenlerin, ona tamamen kayıtsız kalanların aklında ve gönlünde Tanrı tamamen "Yok" olmuştur. Ateist'in dilinde Tanrılar olmayabilir ama zihni onlarla doludur. Üstelik "Tanrı yok" demek onun varlığını daha başından kabul etmektir.
-Hey dostum kim yok dedin?
-Tanrı yok.
-Kim yok dedin sen, kim?
-Tanrı.
-Ha şöyle.
-Söz her şeyi var eder. Yok'u bile.
-Nasıl?
-Var'ın karşıtı nedir?
-Yok.
-Gördün mü işte!
Eski Yunanlıların Mukaddes Kitabı kabul edilen İlyada'nın beni en çok hayrete düşüren bölümleri, ölümlülerin Tanrıları kovaladıkları ve hatta bazen sille tokat patlattıkları sahnelerdi. Tanrılarla böyle bir içtenliğe ve yakınlığa ne kadar ihtiyacımız var. üstelik buna onların da ihtiyacı olamaz mı?
-"Ben gizli bir hazine idim. Bilinmezliği istedim ve Mahlukatı yarattım"
-Neden?
-İşte bunu sorasın diye.
"Her şeyden önce Söz vardı ve Söz Tanrıydı" diye başlar İncil.
Hiç de fena bir başlangıç değildi doğrusu.
Birkaç bin yıl sonra postmodern felsefe de benzer sözlerle sayıklamaya başlar.
"Her şeyden önce söz vardı ve söz Tanrı'ydı"
Peki sonra ne oldu?
Hiç.
Önce kahkahalar kesildi
Sonra müzik
Sonra dans
Parti bitti.
Neşesiz bir Din, Keyifsiz bir Felsefe, Kahkahasız bir Fizik, Şehvetsiz bir Aşk gibidir. İştahsız oturulan bir sofra gibidir. Besleniriz hatta doyarız belki. Ama bir türlü tatmin olmayız.
Movin' on;
(Ayrıca dinin toplumları ileriye değil savaşlara ve gerilere sürüklediği düşüncesi. İnsanlığın gelişiminin önünde bir engel olarak görülmesi, Tanrının uyduruk olduğu ve ideolojiler için kullanıldığı düşüncesi ateistler arsında yaygın bir görüş olarak bilinir. Tümüyle haksızdırlar diyemem bazı inanç sistemleri veya buyruklar bir takım sonuçlara hatta sayısız savaşlara vesile olmuştur fakat tümüyle olumsuz örneklerle nitelendirmek yanlı davranmaktan farksızdır.)
Kaldı ki zaman büyük evrimleri, başka büyük evrimlerin içinde eriterek, dolana açıla, döne kıvrıla ilerliyor veya kendi içinde hiçbir anlam ve hedefi olmadan çabalayıp duruyor da biz budalalar bunu "ilerleme" zannediyoruz.
Özünde, ilerleme veya gerileme başıboş gezenlerin hayatlarına bir varoluş anlamı katabilmek için uydurdukları bir kavramdan öteye geçebilir mi?
Evet, devam edelim ilerleyelim beyler. İlerliyoruz;
Sonuç olarak, ilerliyor olduğumuzu varsayalım nereye varıyoruz? Nereden geldik peki? Tüm hepsi koca bir HİÇ. Kendi etrafımızda farklı yollarda dönüp durmaktan başka ne yapıyoruz! Sanayi öncesinde insanların bizden daha mutlu yaşamadıklarını nereden bilelim. Yada mağarasına avını götürmekten başka derdi olmayan en ilkel insanların bizden daha özgür olmadıklarını. Geçmişe dair ne biliyoruz da ilerlediğimizi iddia edebiliyoruz. Kendimizi kandırmazsak daha mutlu bir evrene kavuşmamız mümkün değil mi? Batı medeniyetin kavramlarıyla benliğimizden tavizler vererek sözde yaşadığımızı söylüyoruz ve bu berbat hayata bir anlam yüklemek istiyoruz bazı boşluklarımızı tanrılarla dolduruyoruz, başkalarıysa tanrı dışında ne olursa...
-Hangisine inanalım?
-Bilmem, Canın şimdilik hangisini çekerse ona inan.
-Sonra?
-Sonra canın hangisini çekerse ona inan.
-Hakikat?
-Hakikat; içgüdülerimize ve çıkarlarımıza, gündelik beyin kimyamıza ve hormonlarımıza, aldığımız uyuşturucular ve iksirlere velhasıl mekana, zamana ve vaziyete göre çok iyi slalom yapmasını bilen usta bir kayakçıdır merak etme.
Emre Yılmaz
Cuma
Kötü bir durum daha düne kadar moral veren insanların bugün benden teselli cümleleri bekliyor olmaları.
Seni mutlu edebilecek şeyler bulmalısın belkide Yasom bu belki tüm çamaşır dolabını devirip yeniden katlamak yada zihnindeki rafları boşaltıp yenilerini satın almak gibi. Saçma fakat anlamlı eylemler gibi, yada var olanların üzerine camdan duvar çekip görerek fakat dokunmadan derslerle yaşamak gibi... Yada benim gibi. Sadece isteyerek ve geçmesini bekleyerek.
O seni gelip bulacak nidaları attı yıllarca bana herkes ama o beni bulmadı. Hatta sadece o bulmadı başkaları da gelip buldu. Ama benim beynime sahip olan güç, onu yine benim beynimi yada ruhumu kullanarak bana getirdi. Bende bişeyler uyandırdı. Yani bunu kendi kendime yapmamı sağladı. Bu kesinlikle daha önce yapamadığım ender bir durum :) Ama olamıyor olsa da böyle bir duruma sahip oldum belkide isteyerek. Sebepleri çok muamma ama o beni bulmadı Yaso belki ben onu buldum... Belki de hiçbirisi...
Artık ağlamasak üzülmesek olmaz mı? Bu kadınlar neden bu kadar duygusal ve erkekler neden bu kadar soğuk lan. Nasıl bir doğa bu?
kavranan fakat açıklanamayan ruh, varlığımızın sahici anlamı mıdır? dolayısıyla benim var olmamın sahici anlamı Ender mi? rasgele bir evrenin, kazara bir dünyasında bulduğun nafile bir nefes nasıl bir anlam taşıyabilir?
peki ya benim nefesim?
hiç bir şey bilmiyoruz dolayısıyla herşeyi iddia edebiliyoruz.
çünkü ağzımızdan çıkan her sözün sağlam kefili var. felsefe.
Neye aşığım artık kestiremiyorum ona mı yoksa kafamda kurduğum Ender'e mi? Her neye aşıksam ondan ayrılmak yada unutmak istemiyorum çünkü ne kadar sorunlu olursa olsun, belki de duygusal anlamda ilk defa bu kadar çalkantılı bir dönem geçirdiğimden bilmiyorum. gerçekten bütün kılcal damarlarımla ve her şeyimle yaşadığımı yeni hissediyorum.
"Acılarına rağmen tekrar istemek" mi? aşktan bahsederken Bayülgen'in bu sözlerini anladığımı zannetmiştim. meğer hoşlanmaktan bahsediyormuş aşktan değil...
hiçbir şey onun başkalarıyla olduğu düşüncesinin verdiği acıyla kıyaslanamaz...
Hâlâ taş gibi adam ve hâlâ taş gibi şarkı...
Bon Jovi-I'll be there for you
But ı wanted to be your valentine...
... when you breathe ı want to be the air for you...
sözlerine bakınca aşkımı erkekler gibi yaşadığımı fark ettim. acaba gerçekten Ender'in ruhu bazen benim bedenim de geziniyor olabilir mi? vaaauuuuvvv bunu bilemiyorum ama ben onun bedenine girmek isterdim. o zaman neler olmazdı ki. kendi bedenimi bulur ve Emre'nin sarıldığından çok daha uzun sarılırdım. en az 10 dk. nefes bile almadan. du bi dk o zaman kendi kendime sarılmış olurum. o zaman benim bedenimin içinde de onun ruhu olmalı. tamamdır. şimdi ölümüne sarılabilirim.
benim yaptıklarımın ve düşündüklerimin akılla hiç bir ilgisi yok. bana bunları yaşatan şey bilmediğim ama hissettiğim bişey. hatta yaratılışımdan gelen esrarengiz duyguları yaşadığım bişey. tüm büyüsüyle başımı döndüren bişey. sanki sonsuz olan bazı arzularını tatmin olsan da tekrar isteyebileceğin bir açlık ve tokluk yaratan bişey. tarifsiz bir mutluluk ve hüzün veren, eşsiz ve göremediğim, ellerime alıp dokunamadığım bişey. ruhumla oynayan, sağlayan ve gerçeklikle bağını kuramadığım, bilinmezliklerle dolu ama yinede yaşadığım ve anladığımı zannedip fark eder gibi olduğum bişey. hatta bütün felsefeleri içinde barındıran ama özünde kalbinin hayatta olup olmamasıyla ilgisi olmayan bişey. ölmek yada yaşamakla ilgisi olmayan bişey.
evet sanırım böyle bişey
acaba anlatabildim mi?
okuyunca anlaşılmıyor kesinlikle.
sanırım yazılar sadece bilimi aktarmak için varlar.
kara delikler beni içlerine çekiyor.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)