Pazar

Aşk Denilen O Çılgın Şey

" 'Aşk, gencin cinsel heyecanını, orta yaşın alışkanlığını ve yaşlının karşılıklı bağımlılığını etkilemekte kullanılan bir sözcük' şeklinde tanımlanabilir mi gerçekten de? Yoksa, dünyayı döndüren, dünyayı yepyeni yapan (Yunanlıların Eros'la gözlemlediği gibi) ya da onsuz çaresizliğe düşeceğimiz bir şey midir?
Aşk üzerine evrensel bir tanım kabul edilebilir mi? Onun garip gücü bir büyü tadına sahip değil mi? Sevgili'nin ebeveyn imgesini tutuşturan enerji olarak saklanıp yeniden ortaya çıkmaz mı?

North Dakota Üniversitesi'nden Paul Wright;
Aşk ilişkileri, arkadaşlıklardan dört alanda farklılık gösteriyor. Aşk ilişkileri daha kişiye özel, çoşkusal ifadede daha şiddetli ve arkadaşlıklardan daha sürekli olduğu gibi, toplumsal kurallar ve beklentiler aşk ilişkilerinde daha egemen olarak görülüyor.

Arkadaşlarımızı sevebiliriz, ama mahrem aşk, öyle görünüyor ki, çok daha yüksek bi heyecan taşır. Mahremiyet sık sık Öteki'ne karşı büyülenmeyi, bir tek ona özgü arzuyu ve kuşkusuz cinsel arzuyu içerir. Bu niteliklerin her biri, mahrem aşk ilişkilerinin psişik yatırımının çok daha fazla olduğunu düşündürüyor. Büyülenme (fascination), "büyülemek" anlamına gelen Latince fascinare sözcüğünden gelir. Bu anlamda büyülenme, bir okuldan mezun olduğumuzda öğrenebileceğimiz bir şey değildir; bilincine sahip olmak, onu gaspetmek anlamına gelir.
Öyleyse, Öteki tarafından büyülenmek, güçlü bir fikrin eline düşmek demektir. Yansıtmada olan budur. Aşka düşmenin en azgın aşamasında azgın sözcüğü kesinlikle fazla güçlü bir sözcük değildir burada; Öteki'ne saplanmaktan başka bir şey yapmak kişinin gerçekten elinden gelmez. Kişi yüreğinin arzusu ile yansıtmacı bir özdeşime yakalanır. Bu Öteki'yle büyülenmenin bilinçdışı desteklenmesidir: Çocukluğun yitik cennetini yeniden kurma arayışının, çocuğa ilgi ve sevgi gösteren ilk kişilerde başlangıçtaki participation mystique'in yeniden oluşturulması özleminin.
Mahrem bir ilişkide, kişi, Öteki'nin davasının bayraktarlığını üstlenmeye daha isteklidir, çünkü kişi Öteki'nin iyiliğine daha derin bir yatırım yapar. Ve kişi, bir arkadaşından çok sevgili için kişisel özveride bulunma eğilimindedir. Kuşkusuz, büyük aşk hikayelerinin birçoğunun temel taşında böyle özveri vardır; bizi hâlâ etkilemeye devam etmelerinin nedeni, insanın sevilen bir Öteki'nin kurtuluşu adına derin içgüdüsünü yüceltme kapasitelerini göstermeleridir.
Tarihsel olarak, aşk ve evlilik eşanlamlı değildir; "at ve araba gibi" diyen eski şarkının tersine, çok ender olarak birlikte yürürler. Aslını ararsanız, sadece son bir çeyrek yüzyıldır evlilik ve aşkın tek ve aynı şey olduğunu ileri süren bir yaygın görüş vardır. Bu, mutlu bir şekilde beraber olan insanlar birbirlerini sevmezler anlamına gelmiyor elbette, ama daha çok, insanlık tarihinin çok büyük bölümü boyunca, evlilik, bireyi mutlu etmekten ya da karşılıklı bireyleşme hedefine hizmet etmekten çok, kültüre istikrar getirmeyi amaçlamıştır. Herhalde tarihteki evliliklerin çok büyük bir bölümü, bugünün ölçüleriyle değerlendirildiğinde, aşksız olarak nitelendirilebilir, çünkü bunlar çocuk doğurmak, onu korumak ve beslemek, böylece kabileyi muhafaza etmek, toplumsal ve dinsel değerleri aktarmak ve anarşik libidoyu toplumsal olarak yararlı yönlere kanalize etmek üzere yapılmış sözleşmeli düzenlemelerdi.
Benzer bir şekilde, birçok evlilikte, anlamı ne olursa olsun, aşk kesinlikle belirleyici değer değildir. İnsanları daha çok bir araya getiren, sinerji arayan enerji, eşlerden her birinin işleyimsel  kompleksleridir. Biri veya her ikisi birden, birbirinde mükemmel anne/babayı arayabilir, hatta yaralı bir ben anlayışını doğrulamak için bir suiistimalciyi bulmak isteyebilir ya da ailesinde eksik olan şeyin peşinde koşuyor olabilir. Ya da, kişi, aktarılmış bir iktidar anlayışı için evlenebilir.
Biri diğerinden söz etmiş olan iki kadını hatırlıyorum. İkisinin de şikayetleri aynıydı, kocaları sadece işten söz etmeyi biliyorlardı. Her iki kadın da, yirmi yıl önce "aşk" için evlenmişler ama bu evlilik çarçabuk sona ermişti. Ardından iki kadın da, kendilerinden epeyce yaşlı, nüfuzlu, "başarılı" ve görünüşte çok daha olgun bir seçim olan birer erkekle evlenmişti. Ne ki, her iki kadın da, az gelişmiş animuslarını, ikinci kocalarına aktarmıştı. Güzel evleri ve pahalı arabaları vardı, ama gerçek bir ilişki kuramıyorlardı. Onları kocalarına çekmiş olan bu tastamam "ergil" nitelikler, kendi içlerinde yalnız az gelişmiş olmakla kalmıyor, aynı zamanda ne mutluluk ne de anlamlı bir ilişki getirebilen nüfuslarından başka ortak pek az şey sundukları kocalarının kişiliklerini kısıtlıyordu.
Bu bize, ne istediğimizi bilmemiz gerektiğine ilişkin kadim öğüdü hatırlatıyor. Derin psikoloji de bunu yankılar: Düpedüz kompleksin istediği, bilinçdışı tarihin istediği ve yaşanmamış yaşamın istediği şeyi elde edebiliyoruz. Ve ardından, bu melûn kökü göz önüne alındığında, ilişki, gizlice bağlı olduğu trajik yazgıyı bitirebiliyor.
Öyle görünüyor ki, her şey, her şey aşk denilen bu şeye dayanıyor. Doğayı severiz, aşk yaparız, âşık oluruz ve aşkımız sona erer, aşkın peşinden gideriz ve aşktan bizi korumasını isteriz. Romantik aşk, yani canlılık, şiddetli heyecan, Sevilen'e duyulan yoğun özlem, çılgınca boğuşma, Sevilen kaybedildiğinde hissedilen derin acı, Öteki'nin sabitliğine ilişkin kaygılı belirsizlik -bütün bunlar ve daha fazlası, çağımızın hem en büyük enerji kaynağı hem de başlıca uyuşturucusudur. Bir zamanlar atalarımızı tanrılara, doğaya, kabileye ve kendi kendilerine bağlanmaya yardımcı olmuş kabilesel mitlerin aşınması göz önüne alındığında, romantik aşkın yüzyılımızın varoluşsal açlığının birincil bölgesi olduğu ortaya çıkar. Hatta romantik aşkın, yaşamlarımızdaki en büyük güdüleme, güç ve nüfuz alanı olan kurumsal dinin yerini aldığını söylemek bile mümkündür.
Öyleyse, aşk arayışı Tanrı arayışının yerini almıştır. Şoke eden bir düşünce mi? Doğru Olamaz mı? Tavsiyemi tekrarlayayım: Radyo istasyonlarında şöyle bir gezinin. Neredeyse bütün popüler şarkılar, romantik aşkın "dinselliği"nden dem vuruyor. Din (religion) sözcüğünün etimolojisini hatırlayın -"geriye bağlamak, yeniden bağlantılanmak." Şimdiye değin bunu yüce bir varlıkla olan ilişkide aradık; şimdi onu bir Öteki'ne gömülmüş aracılığıyla bulmaya çalışıyoruz. Her şarkı, bu Öteki'nin arayışının peşindedir: Onun, hemen bir sonraki çoşkusal köşenin ardında olduğunu bilmenin, Doğru Kişi'yi bulmanın sevincinin, kompleksler istenmeyen bir şekilde ortaya çıkıverdiğinde çatışma ve incinmenin öfkesi ve acılığının, kaybetmenin ıstırabının, ardından tekrar başa geri dönmenin, yenilenen arayışın öyküsünü anlatır.
Sahte tanrıların en büyük gücü, onların kurnazca baştan çıkarma güçlerinde değil, bir çok ihanetin ardından bile sorgulanmayan inanca hükmetme yeteneklerinde yatar. Aslına bakılırsa, pek çok popüler şarkı yüreklerin, Büyülü Öteki için yeni baştan arayışa girişme yönündeki şiddetli kararlılığını kutlar. The Bridges of Madison County adlı kitabın ve filmin bunca beğeni toplaması, bu romans dininin gücünü, bu bitmek bilmez arayışı doğrular. Bir gün, sıkıcı yaşamınızın tam ortasında, akıl almaz yabancı sizi yaşamın içine itecek, aşkınlık ihsan edecek ve ardından sizi sıradan ama tutuşmuş ruhunuzla bırakacak, sonsuza değin uzaklaşıp gidecek. Kısmet öpücükleri. Ne kadar değerli olursa olsun, hiç bir eş bu fantaziyle rekabet edemez.
Kendi kendimiz hakkında bilmediğimiz- ve asla da hiçbir şey öğrenmeyeceğimiz- şey, dış dünyaya yansıtılacaktır.
Büyülü Öteki arayışı, Acem şair Mevlânâ tarafından şu beyitle başlayan şiirinde dile getiriliyor:
İlk aşk hikayemi işittiğim anda,
Seni aramaya başladım...

Bu tastamam bizim aradığımız şey, tanrıların bize verdiği Kişi ile, bizi tamamlayacak olan, bizi bütünleyecek olan Kişi'yle yazgılanmış karşılaşmamız değil midir? Aşk üzerine diyaloğunda, Şölen'de, Aristophanes'in bizim başlangıçtaki bütünlüğümüze, işlediğimiz hatalar yüzünden tanrılar tarafından bölünmemizi, bunun ardından dünyanın çılgınca öteki yarısını arayan yarım-ruhlarla dolduğuna ilişkin komik betimlemesinde bu umudu açıkça ortaya koyan Eflâtun değil miydi? Mevlana:
... ne kadar kör olduğunu bilmeden.
Aşıklar sonunda bir yerlerde karşılaşmazlar.
Bütün bu süre boyunca birbirlerinin içindedirler.

Bizi esinleyen kişi, Sevgili, hepimizin içindedir. Aslına bakılırsa, bu, yansıtmaya ilişkin en harika şeylerden biridir: Aksi halde öylece uykuda kalacak olan enerjilerin serbest kalmasını mahmuzlar. Bu, biliyorum ki, herkes ama herkes için olduğu gibi benim ve sizin için de doğrudur."
Cennet Projesi - James Hollis

Bu kitaptaki hemen hemen tüm semptomları gösteriyormuşum hemde en üst seviyede. Ama katılmadığım bi çok yeri de oldu. Mesela en etkilinin mahrem aşk olduğundan ve bunu yaşayanların psişik ilişkilerinin yoğunluğundan falan bahsetmiş. Bunu da yer yer cinselliğe bağlamış. Arkadaş Ender'in seksi hiç bi yanı yok la. Ne fizik ne surat. Götsüzün önde gideni hatta ufacık kıçı var ama nihayetinde sadece erkek. Erkeklerden duyduğum ve çok çirkin gelen bi lafları var "Abi nefes alsın yeter". Kesinlikle cinsel ihtiyaç gidermek için atılan bir laf. Bende aynısını söylüyorum ama benimkisi tam aksi bir sebepten. Var olsun yeter. Biri benim durumuma da bir açıklık getirebilir mi artık. Kitabın Aşk, İlişki ve Ruh bölümünde daha derin hislerden bahsediyor ama nedense okudukça beni kötü etkiledi.Sonra boğulmaya başladım.

Birbirimiz de bişeyler aradığımız kesin.

"aşk arayışı Tanrı arayışının yerini almıştır" diyo mesela. Bunlar ergen işleri değil mi ya. Bu devirde aşk aramak diye bi kavram hala geziniyor mu? İnsanlar Birbirlerini tanısın tanımasın bir şekilde kullanıyor sonra da ihtiyaçlarını giderip atmıyorlar mı? Kim ne arıyor şimdi. Bence aranılan şey sadece yalnızlıklarını paylaşma ihtiyacı. Ben bu güne kadar aşk ne aradım ne de arayana rastladım. Genelde can sıkıntısından sevgili arayan arkadaşlarım oldu. Evlilik yaşları geldiğinden de geliri olan eş adayı arayan arkadaşlarım. Sonra tanıdıkça bırakmak istemeyenler. Ya da hepiniz sadece aşk aradı da bana farklı sebepler mi söylediniz lan?

Ama aşk bunlarla alakası olmayan bişey ve aranarak bulunmayan belki de.

Aşk ve Tanrı arayışı, bu iki anlayışı neden birbirine geçirmiş bu adam ikisi de madde olmadığı için mi?  Bağlantılanmak. Şimdiye değin bunu yüce bir varlıkla olan ilişkide aradık; şimdi onu bir Öteki'ne gömülmüş aracılığıyla bulmaya çalışıyoruz. romantik aşkın dinselliği? Yetersiz geldi yaa daha sağlam dayanakları olmalı.

Ama yinede bilinmeyen şeylerin felsefesini seviyorum.

Tanrı'nın yaptığı gibi aşkta bedenle maddeye dönüşüyor sanırım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder