Cumartesi

Ateistleri anlamak

"Tanrı yoktur" diyen ve bunu savunan adam gerçek bir mümin kadar Tanrısıyla beraber yaşamaktadır. Bu yüzden aklı başında bir Tanrı sadece kendine gerçekten inananları ve gerçekten inanmayanları sever.
Tanrıyı hiç düşünmeyenlerin, ona tamamen kayıtsız kalanların aklında ve gönlünde Tanrı tamamen "Yok" olmuştur. Ateist'in dilinde Tanrılar olmayabilir ama zihni onlarla doludur. Üstelik "Tanrı yok" demek onun varlığını daha başından kabul etmektir.
-Hey dostum kim yok dedin?
-Tanrı yok.
-Kim yok dedin sen, kim?
-Tanrı.
-Ha şöyle.

-Söz her şeyi var eder. Yok'u bile.
-Nasıl?
-Var'ın karşıtı nedir?
-Yok.
-Gördün mü işte!

Eski Yunanlıların Mukaddes Kitabı kabul edilen İlyada'nın beni en çok hayrete düşüren bölümleri, ölümlülerin Tanrıları kovaladıkları ve hatta bazen sille tokat patlattıkları sahnelerdi. Tanrılarla böyle bir içtenliğe ve yakınlığa ne kadar ihtiyacımız var. üstelik buna onların da ihtiyacı olamaz mı?

-"Ben gizli bir hazine idim. Bilinmezliği istedim ve Mahlukatı yarattım"
-Neden?
-İşte bunu sorasın diye.

"Her şeyden önce Söz vardı ve Söz Tanrıydı" diye başlar İncil.
Hiç de fena bir başlangıç değildi doğrusu.
Birkaç bin yıl sonra postmodern felsefe de benzer sözlerle sayıklamaya başlar.
"Her şeyden önce söz vardı ve söz Tanrı'ydı"
Peki sonra ne oldu?
Hiç.
Önce kahkahalar kesildi
Sonra müzik
Sonra dans
Parti bitti.

Neşesiz bir Din, Keyifsiz bir Felsefe, Kahkahasız bir Fizik, Şehvetsiz bir Aşk gibidir. İştahsız oturulan bir sofra gibidir. Besleniriz hatta doyarız belki. Ama bir türlü tatmin olmayız.

Movin' on;
(Ayrıca dinin toplumları ileriye değil savaşlara ve gerilere sürüklediği düşüncesi. İnsanlığın gelişiminin önünde bir engel olarak görülmesi, Tanrının uyduruk olduğu ve ideolojiler için kullanıldığı düşüncesi ateistler arsında yaygın bir görüş olarak bilinir. Tümüyle haksızdırlar diyemem bazı inanç sistemleri veya buyruklar bir takım sonuçlara hatta sayısız savaşlara vesile olmuştur fakat tümüyle olumsuz örneklerle nitelendirmek yanlı davranmaktan farksızdır.)

Kaldı ki zaman büyük evrimleri, başka büyük evrimlerin içinde eriterek, dolana açıla, döne kıvrıla ilerliyor veya kendi içinde hiçbir anlam ve hedefi olmadan çabalayıp duruyor da biz budalalar bunu "ilerleme" zannediyoruz.

Özünde, ilerleme veya gerileme başıboş gezenlerin hayatlarına bir varoluş anlamı katabilmek için uydurdukları bir kavramdan öteye geçebilir mi?

Evet, devam edelim ilerleyelim beyler. İlerliyoruz;
Sonuç olarak, ilerliyor olduğumuzu varsayalım nereye varıyoruz? Nereden geldik peki? Tüm hepsi koca bir HİÇ. Kendi etrafımızda farklı yollarda dönüp durmaktan başka ne yapıyoruz! Sanayi öncesinde insanların bizden daha mutlu yaşamadıklarını nereden bilelim. Yada mağarasına avını götürmekten başka derdi olmayan en ilkel insanların bizden daha özgür olmadıklarını. Geçmişe dair ne biliyoruz da ilerlediğimizi iddia edebiliyoruz. Kendimizi kandırmazsak daha mutlu bir evrene kavuşmamız mümkün değil mi? Batı medeniyetin kavramlarıyla benliğimizden tavizler vererek sözde yaşadığımızı söylüyoruz ve bu berbat hayata bir anlam yüklemek istiyoruz bazı boşluklarımızı tanrılarla dolduruyoruz, başkalarıysa tanrı dışında ne olursa...

-Hangisine inanalım?
-Bilmem, Canın şimdilik hangisini çekerse ona inan.
-Sonra?
-Sonra canın hangisini çekerse ona inan.
-Hakikat?
-Hakikat; içgüdülerimize ve çıkarlarımıza, gündelik beyin kimyamıza ve hormonlarımıza, aldığımız uyuşturucular ve iksirlere velhasıl mekana, zamana ve vaziyete göre çok iyi slalom yapmasını bilen usta bir kayakçıdır merak etme.

Emre Yılmaz

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder